Tercümesinin bir hülâsası:
İnsanı halk edip Kur’anı ona talim
eden Zât-ı Zülcelal’in Rahman ismiyle tecelli-yi kübrasına, rahmetin
tecelliyatı adedince ona hamd ü sena ederek ve Seyyid-ül Beşer Muhammed
Aleyhissalâtü
Vesselâm’ı Rahmeten lil’âlemîn gönderdiği o Resul-i Ekremine risaletin
semereleri adedince ona, âl ü ashabına salât ü selâm ve hadsiz şükrediyoruz ki:
Onun mu’cize-i kübrası ve hakaik-i kâinatın remizleri ve işaretleri ile
tamamıyla cem’edilen Kur’an-ı Azîmüşşan asırların geçmesi ile daim, bâki ve
nev’-i beşere mürşid, tâ kıyamete kadar beka vermiş ve o Resul-i Ekrem’i onlara
Üstad-ı Azam eylemiş.
Emma ba’dü biliniz ki: Evvelâ bu
yazacağımız işarat ve nüktelerdeki maksadımız Kur’anın nazmındaki bir kısım
remizlerinin tefsiridir. Çünki yedi nevi i’cazın en incesi, fakat kuvvetli ve
lafzî fakat hakikatlı i’caz, Kur’anın nazmından tecelli ediyor. Evet, parlak
i’caz elbette nazmın nakşından çıkıyor.
Sâniyen: Kur’anda esas maksadları ve
anasır-ı asliyesi dört hakikattır: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet’tir.
Çünki: Vakta kâinat sahrasında benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair
taifeler beraber birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden,
şehir ve meşherlerinden sefer edip vücud ve hayat sahrasında yürüyüşüyle
istikbalin yüksek dağlarına azimetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak
cihetiyle hilafet-i zemine