KASTAMONU LAHİKASI – Fihrist vd. (333-358)

333

21: Kıyametten haber veren hadis: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Ramazan ayında birden aklına gelen ve kıyametten haber veren “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye, yani kıyâmetin kopmasına kadar hak üzerinde galip olacaktır” hadis-i şerifinden gaybî bir ihtarla istihraçta [çıkarma] bulunur ve Risale-i Nur talebelerinin hizmetlerinin ne kadar devam edeceğine işaret eder. Hem bu hadisin, hem de Fâtiha [başlangıç] Sûresinin yedinci âyetinin cifir hesabına göre Risale-i Nur’a ve talebelerine işaret eden mânâları çıkardığını belirtir.……………….……………….47

22: İbrahim Sûresi ve Risale-i Nur: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Risale-i Nur’la çok cihetten bağlantılı olan İbrahim Sûresi hakkında, dar bir vakitte denizden bir damla hükmünde kısa bir açıklama yazdırıldığını ifade eder.……………….……………….49

23: Risale-i Nur’da iman ve tevhid konularına yapılan tahşidatın [kuvvetlendirme, destekleme] önemi: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, kendisine elle yazılarak gönderilen risalelerle ilgili sevinç ve sürûrunu dile getirir ve gönderen talebelerine dua eder. Ardından talebelerinden Hâfız Ali ve Sıddık Sabri’ye bazı izahlarda bulunur.

Mektubun devamında, mânevî bir muhaverede [karşılıklı konuşma] Risale-i Nur’un iman ve tevhid konuları üzerinde ısrarla durmasının sırrı sorulur. Cevap olarak şu gelen hakikati açıklar: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î [ferdî, küçük] tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit [bozguncu] âletlerle dehşetli rahnelenen [yara] kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi [genel düşünce, kamuoyu] ve umumun, bâhusus [bilhassa, özellikle] avâm-ı mü’minînin istinadgâhları [dayanak, sığınak] olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler [İslâma sembol olmuş iş ve ibadetler] kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur’ân’ın i’câzıyla [mu’cize oluş] o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor.”……………….……………….49

24: İkinci Vatan; Barla: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üç seneden beri talebelerine yazdığı mektubu gönderemeyişine değinir. Ehl-i dünyaya [dünyada yaşayanlar] karışmadığı halde kendisine çok baskı yapıldığını belirtir. Ardından “ikinci vatanı” olarak nitelendirdiği Barla’daki nur talebelerine selâm ve dualarını takdim eder……………….……………….52

25: Üç mesele: Talebelerin sadakati, ehl-i dünyanın [dünyada yaşayanlar] evhamı ve bir tevafuk: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, hatırına gelen birbirinden farklı üç meseleye kısaca temas eder:

Talebelerinin sadakat, gayret, sebat [kalıcı olma, sabit kalma] ve metanet [gayret, kararlılık] göstermelerinden duyduğu sevinç ve süruru [mutluluk] dile getirir. Âyetü’l-Kübrâ [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] Risalesiyle bağlantılı bir tevafuku izah eder. Ayrıca Üstad, üç sene boyunca her şeyden tecrit edildiğini ve baskı altında kaldığını yazar. Son olarak, kendisi hakkında asılsız vehimlerin hükmettiğini, bir tedbir olarak “Eşrâtü’s-Sâat” yani kıyamet alâmetleriyle ilgili Beşinci Şuâ [bir ışık kaynağından çıkan ışık telleri] hakkındaki tedbiri söyler……………….……………….52

26: Tekrarlar ve inayet-i İlâhiye: [Allah’ın inâyeti, ilgisi, yardımı] Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, elle yazılarak çoğaltılmış risaleleri mânevî bir hediye olarak niteler ve bu vesileyle hatırına gelen üç meseleden bahseder. Üçüncü Keramet-i Aleviyede (Sekizinci Şuâda) yer alan “Risalelerde yalnız iki zeyil [ilave, ek] vardır” ifadesini açıklar. Âyetü’l-Kübrâ‘nın [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] vird-i ekberinde hatırına gelmeyen kısımların Yirminci Mektup ve Otuz İkinci Sözde tercüme edildiklerini belirtir. Üstad ayrıca, Risale-i Nur’da yer alan bazı bölümlerin iradesi dışında, inâyet-i İlâhiye [Allah’ın inayeti, yardımı] ile tekrar yazdırılışına işaret eder. Talebelerinin yazdıkları risalelere karşılık olarak, elinde olsa, yakut veya elmas verebileceğini yazar……………….……………….53

27: Zaman, imanı kurtarmak zamanı: Üstad Bediüzzaman Said Nursî talebelerine yazdığı bu mektupta, “pek çok alâkadar olduğum” diyerek nitelendirdiği Şamlı Tevfik, [başarı] Hâfız Ahmed, [çokça medhedilen, övülen] Sabri ve Hüsrev Efendilerin gönderdikleri mektuplardan dolayı duyduğu sevinci yazar. Her bir mektuba bir tek mektupla cevap verebildiğini ifade eder. Onlara, “İmanı kurtarmak zamanı” denilmesinin ne kadar isabetli olduğu ve Beşinci Şuaın kıymetli olduğu gibi çeşitli meseleler hakkında her bir talebesine kısa kısa mesajlar gönderir……………….……………….55

28: Bazı talebelerin meziyetleri: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerin çalışmalarından duyduğu memnuniyeti dile getirir. Talebelerinin risaleleri yazarak çoğaltmasının kendisi için birer hediye olduğunu, bu risalelerin dünyayı aydınlatacağını belirtir.

Ayrıca, talebelerinin mektuplarına cevap verir. Sabri’yi Sıddık Süleyman’la beraber daima nazarında, fikrinde ve duasında bulundurduğunu yazar. Hâfız Ali’nin ise, tevazuu, [alçakgönüllülük] ihlâsı, Hüsrev’e ait methi ve Risale-i Nur talebelerinin tek vücud hükmündeki kanaati hoşuna gider ve

334

onun hakkındaki ümidini güçlendirdiğini belirtir. Hüsrev Efendiye, altın yaldızla yazdığı Mu’cizât-ı Ahmediye [Hz. Muhammed’in mu’cizeleri] için, “Elimden gelseydi her bir sayfasına birer altın hediye edecektim” diye taltifte [güzellikle muamele etmek] bulunur. Hem, اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا âyetine dair bir tetimmeyi [ek] gönderdiğini haber verir ve Şamlı Tevfik‘ten [başarı] Ayetü’l-Kübrâ [en büyük delil; Risale-i Nur Külliyatı’nda Şuâlar Mecmuasında yer alan Yedinci Şuâ] Şuaını kendisi için yazmasını ister……………….……………….57

29: Risale-i Nur tabiat tağutunu [ibadet edilen bâtıl şey, put] yok eder: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Risale-i Nur’un, inançsızlığın temel taşını ve dayanak noktası olan tabiat tağutunu [ibadet edilen bâtıl şey, put] yok ettiğini, Risale-i Nur’un her tarafa nur saçtığını ve inkâr karanlıklarını aydınlattığını yazar. Ayrıca inkârcılık akımlarının çok çeşitli olmasına mukabil, risalelerin de ayrı ayrı meziyet ve ehemmiyetleri olduğunu ve bu yönleriyle zararlı akımlara karşı koyduğunu ifade eder……………….……………….59

30: Siyaset dairesi aklı, kalbi dağıtır; mâneviyatı bozar: Üstad bu mektupta, Emin ve Feyzi Efendinin sordukları bir soruya cevap verir. Daha önceki mektuplarından birisinde, Emin ve Feyzi Efendi tarafından yöneltilen bir soruyu cevaplarken “Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder” ifadesini kullanmıştır. Bu mektupta ise, bu cümlenin izahına dair Emin ve Feyzi Efendinin taleplerine cevap verir. Üstad, siyasetle meraklı şekilde ilgilenmenin insanın akıl ve kalbini dağıtacağını ve mâneviyatını bozacağını yazar. Siyaset hatırı için kâfir bir düşmanın, mücahit bir seyyide tercih edilebildiğini belirtir ve buna birçok defa şahit olduğunu ifade eder. Hem, vatanına ve milletine karşı herkesin bir vazifesi varsa; kendi kalbi, ruhu, şahsı, evi ve dini gibi pek çok dairelerde hakikî görevlere olan merak ve alâkasının on, yirmi, belki yüz olduğunu belirtir. Ancak, siyasî geniş daireleri merakla takip etmenin, bunu tersine çevirdiğini beyan eder……………….……………….59

31: İmanla kabre girileceğine bir misâl: Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif [temiz, pak] bu mektupta, Risale-i Nur hakkında gördüğü kerametleri [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] dile getirir ve onu Kur’ân’ın i’cazlarını [mu’cize oluş] kalblere nüfuz ettiren ve mü’minleri selâmet [huzur] ve hidayete çıkaran bir hâdî olarak niteler. Üstad Bediüzzaman’ı Müşiriyet [mareşallik] makamında bir Kur’ân dellâlı [davetçi, ilan edici] olarak vasıflandırır. Beş vakit dualarında “Yâ Rab, [ey herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah] bana bir mürşid-i kâmil [çok olgun yol gösterici] ihsan [bağış] buyur” diye dua ettiğini ifade eden Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif [temiz, pak] Efendi, Cenâb-ı Hakkın, [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] duasını kabul ederek kendisine Üstadı ve Risale-i Nur’u ihsan [bağış] ettiğini belirtir. Hem, Hatip Mehmed namındaki bir zâtın, Yirmi Altıncı Lem’a [parıltı] olan İhtiyarlar Risalesini yazarken en son lâ ilâhe illâ Hû kelime-i tevhidi [“Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelen “Lâ ilâhe illallah” cümlesi.] yazarak vefat ettiğini haber verir ve Risale-i Nur’un talebeleri inşaallah [Allah dilerse] böyle imanla kabre gireceklerine dair bunun açık bir müjde olduğunu ve Kur’ân’ın işaret ve beşaretini [müjde] tasdik eden Nur’un bir kerameti [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] olduğunu belirtir……………….……………….61

32: Hizmetteyken gelen mükâfat ve şefkat tokatları: Hilmi, Çaycı Emin ve Tahsin [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] Efendilerin fıkrasıdır. [bölüm] Risale-i Nur talebelerinin, hizmet esnasında gördükleri mükâfat ve şefkat tokatlarını anlatırlar. Hilmi, Emin ve Tahsin [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] Efendiler Üstadı ziyarete gittiklerinde, Üstadın yemek ikram ettiğini, yedikleri kadarının Cenâb-ı Hak [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] tarafından bir ikram olarak tekrar gönderildiğini yazarlar.

Ardından hizmette kusur eden talebelerin yedikleri şefkat tokatlarını anlatırlar.

Tahsin [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] Efendinin dükkânıyla meşgul olurken hizmetteki görevini aksatması, Risale-i Nur’a hizmet eden bir zatın risalelere muhalif bir akıma taraftar olması, Risale-i Nur okuyan bir memura bir komiser tarafından evham verilmesi ve bundan dolayı o memurun risaleleri okumayı bırakması, Risale-i Nur’u okuyup yazan bir zatın sebatsızlık [kalıcı olma, sabit kalma] göstermesi ve çarşı içinde hizmet eden bir zatın sadakatsizliği onlara gelen tokatlara sebep olarak gösterilir……………….……………….66

33: Risale-i Nur’un korunduğunu gösteren hâdiseler: Hilmi, Tahsin, [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] Emin, Tevfik [başarı] ve Bediüzzaman Said Nursî’nin yazdığı mektuptur. Bu mektupta,Risale-i Nur’un Allah’ın yardımı ile korunduğunu ve kolayca neşredildiğini gösteren hâdiseler anlatılır. Bu hâdiselerden biri, yedi sekiz risale ve İşârât-ı Kur’âniye Şuaını bir torbada taşıyan zâtın, torbayı düşürmesi ve kitapların casusların eline geçmeden Hilmi, Tahsin, [beğenme, bir şeyin güzelliğini ilân etme] Emin ve Tevfik [başarı] Efendiye ulaşmasıdır.

Başka bir lâtif [berrak, şirin, hoş] hâdise de, Üstadın evinde araştırma yapılma ihtimaline karşı risalelerin ve mektupların talebeler tarafından saklanmasıyla alâkalıdır. Bu hâdisede Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] inâyetiyle [Allah’ın herşeyi düzen altına alıp saadet ve huzur veren sıfatı] bir farenin bile hizmete koşturulduğu belirtilir……………….……………….68

34: İmam-ı Ali’nin Âyetü’l-Kübrâ‘ya [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] önem vermesinin sebebi: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Risale-i Nur’da geçen iman konularının pek çok defa tekrar edilmesinin hikmetini ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) Risale-i Nur’a ve özellikle Âyetü’l-Kübrâ [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] risalesine önem vermesinin sebebini açıklar. Bu çerçevede On Dokuzuncu Sözün sonunda yer alan

335

Kur’ân’daki tekrarın hikmetlerini ve bu hikmetlerin Risale-i Nur’da da cereyan ettiğini yazar. Ayrıca Risale-i Nur’un imanın en son ve küllî dayanak noktası olduğunu ve şahs-ı mânevîsinin [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] de iman sahiplerini dehşetli hücumlara karşı koruduğunu belirtir. Özellikle Âyetü’l-Kübrânın [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] diğer risaleler içinde menfî cereyanların etkisini dağıtan bir kuvveti olduğunu beyan eder……………….……………….70

35: Talebelerin vazifesi: Şerh, izah, tekmil, [mükemmelleştirme, geliştirme] tahşiye, neşir ve tâlim: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, kendisi gibi âciz, ihtiyar, zayıf biçareye karşılık talebeler arasında genç ve kuvvetli Saidler’in olduğunu ve ileride de olacağını yazar. Bu hizmette kendi vazifesinin tamamlandığını, fakat talebelerin görevlerinin bitmediğini belirtir. Onların görevlerinin, “şerh ve izahla ve tekmil [mükemmelleştirme, geliştirme] ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif [kaleme alma] ve Dokuzuncu Şuâın Dokuz Makamını tekmille [mükemmelleştirme, geliştirme] ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edeceğini” belirtir. Üstad yazının devamında, talebelerinin kendisine gönderdiği mektupta kerametkârâne [keramet göstererek] üç nokta gördüğünü yazar ve bunları açıklar.……………….……………….72

36: Risale-i Nur’a hizmetin dünyevî faydaları: Emin ve Küçük Hüsrev olan Feyzi’nin bir fıkrasıdır. [bölüm] Burada Kur’ân hizmetinde Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] himâyesini ve Risale-i Nur’un bereket vesilesi olduğunu gösteren hâdiselerden bahsederler.

Emin ve Feyzi Efendiler, Mehmed Feyzi Efendinin evvelce yazıp Üstadına verdiği Hücümat-ı Sitte risalesinin kerâmetvâri [keramet gösterir gibi] kaybolmasının sırrını anlatır ve bu hâdisenin Üstadlarının himâye altında bulunduğunun bir göstergesi olduğunu belirtirler.

Ayrıca Üstadın kendilerine yaptığı çay ve şeker ikramında gördükleri iltifat-ı Rabbaniyeyi; Nur talebelerinin rızıklarında müşahede edilen bereket ve suhuleti [kolaylık] ve kalplerinde [sahte para] hissedilen inşirah [ferah, rahatlık, sevinç] ve ferahlığı dile getirirler. Hattâ Üstadlarının bir kilo peyniri altı ay boyunca bitirememesi ve Ramazan Bayramında alınan şekerin iki aydan fazla kullanılması gibi verdikleri misallerleRisale-i Nur’un bereket vesilesi olduğunu da ispat ederler……………….……………….75

37: Salâhaddin Çelebi’nin bir kazadan kerametkârane [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] kurtulması: Salâhaddin Çelebi’nin yazdığı fıkradır. [bölüm] ÇelebiRisale-i Nur’a ait kerametli [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] olayları kendi yaşadığı vâkıalarla anlatır. Mehmed Feyzi ve kendisinin 1939 yılında askere çağrıldıklarını, fakat bunun Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] tasarrufuyla Risale-i Nur’un intişarında [açığa çıkma, yayılma] hizmet etmek için bir sevk olduğunu izah eder. Ayrıca Salâhaddin Çelebi kâtip arkadaşı tarafından unutulup tecil edilenlerin arasına yazılmadığı halde, askerliği müddetince hiçbir problem yaşamadığını anlatır.

Çelebi bir gün Tosya’dan Kastamonu’ya giderken, risale okuduğunu ve “‘Bu Risale-i Nur muazzam bir mu’cize-i Kur’âniyedir’ [Kur’ân mu’cizesi] deniliyor. Halbuki mu’cize, Enbiya [nebiler, peygamberler] Aleyhimüsselâma mahsustur. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan sonra mu’cize gösterilmeyecektir” şeklinde düşündüğü esnada kaza geçirdiğini yazar. Kaza esnasında kamyonun üç takla atmasına ve 25-60 metre aşağıya yuvarlanmasına rağmen kendisine bir şey olmadığına; ama şoförün kafasının, gözünün parçalandığına dikkat çeker. Bunun da Risale-i Nur’un Kur’ân’a ait büyük bir mu’cizesi olduğunu anladığını ve düşündükleri için gaybî bir tokat yediğini vurgular……………….……………….79

38: Tevafuk-u cifrîde [cifir hesabıyla ortaya çıkan uyum] küçük bir hatâ: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektuptur. Üstad, İbrahim Sûresindeki yirmi dördüncü âyette cifir ile ortaya çıkan tevafuktaki bir hatânın düzeltilmesini anlatır.

  كَلِمَةً طَيِّبَةً makamının, bin on bir (1011) yazılması gerektiği halde, ط sayılmayarak bin iki (1002) şeklinde yazıldığını belirtir. Üstad, böyle makamlarda böyle büyük yekûnlarda [bütün, toplam] bu tarz küçük hatâlardan oluşan farkların zarar vermeyeceğini, çünkü âyette işaret edilen iki cereyana zayıf bir işaretin dahi yeterli geleceğini yazar……………….……………….82

39: Tevafukların önemine dair bir ihtar: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Onuncu Sözün tevafuklarına baktığını ve bu tevafukları daha önemli meseleler varken çok tafsilât[ayrıntılar] bulduğunu yazar. Bu düşüncesi üzerine tevafukların çok önemli olduğuna dair mânevî bir ihtar aldığını belirtir ve bu ihtarın iki yönünü izah eder.

Üstad Bediüzzaman, ilk olarak kelimelerdeki harflerde tenasüp [uygunluk] ve nizam bulunmasına ve bu vasıfların bir irade-i gaybiye tahtında verilmesine dikkat çeker. En küçük ve dağınık şeylerde dahi bir tenasüp [uygunluk] gözetildiğini ve tanzim edildiğini anlatır. Risalelerin bu şekilde bir imtiyaza sahip olduğunu belirtir.

336

Üstad, ikinci olarak, bu kadar imtiyazı veren Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] karşı risalelerdeki tevafukların tafsilât[ayrıntılar] olmasının ve tasvirlerin yer almasının birer teşekkür ve minnettarlık ifadesi olduğunu yazar.

Ayrıca Üstad, Muharrem ayından sonra Risale-i Nur talebelerinde görülen yorgunluğun ve şevklerindeki azalmanın sebebini izah eder. Mânevî havada bozulma olduğunda bunun herkese yansıdığına dikkat çeker……………….……………….83

40: Tevafuklar teşvik edicidir: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerini teşvik eden lâtif [berrak, şirin, hoş] tevafuklardan birini Feyzi Efendinin arzusu üzerine yazar.

Lâfzullahın [ifade, kelime] başı olan elif’in İşârâtü’l-İ’câz‘da [Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair yazılan Risale-i Nur’dan bir eser] ve diğer risalelerde kerametkârane [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] sıralandığını belirten Üstad, ayrıca Lâfzullahın [ifade, kelime] diğer harflerindeki tevafuklarını da gösterir……………….……………….85

41: Hâfız Ali’nin Risale-i Nur’a âyetten çıkardığı bir istihraç:Risale-i [çıkarma] Nur’a işaret eden Otuz Üçüncü Âyetin istihracına [çıkarma] dâir Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır. [bölüm] Hâfız Ali, akşam namazını kılarken Âl-i İmrân [Kur’ân-ı Kerîm’in 3. sûresi] Sûresinin on sekizinci âyetini okur ve bu âyette Risale-i Nur’a ve onun müellifine [telif eden, kitap yazan] nasıl işaret edildiğini yazar.

Hâfız Ali, vahdaniyet-i [Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışı] İlâhiyeyi gösterenin Kur’ân ve bu asırda da bunu delillerle ispat eden eserin de Risale-i Nurolduğunu yazar. Âyette de bu noktaya dikkat çekildiğini belirtir.

Hâfız Ali’nin gördüğü diğer işaret de, اَلْعَزِيزُ الْحَكِيمُ isimlerine Risale-i Nur’un mazhar [erişme, nail olma] olmasıdır.

Ayrıca âyetteki harflerin tevafuk ve cifir hesabıyla işaret ettiği mânâları sıralar. (Üstad Bediüzzaman’ın bu mektuba cevabı için bakınız 51. Metup)……………….……………….88

42: Bir adam, nasıl binler adam kadar günah işleyebilir?: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad, bir tek kişinin nasıl binler kişi kadar günaha girebileceğini ve günahların kıyametin kopmasına sebep olabileceğini açıklar. Bir tek kişinin, bir tek kelimesini milyonlara dinlettirmekle, milyonlar kadar günah işleyebileceğini belirtir. Bunun da iletişim araçlarından radyonun sağladığını yazar. Aslında radyonun bir nimet olduğunu vurgular. Meselâ her vakitte radyoda Kur’ân okunmasıyla küllî bir şükrün edâ edileceğini; ama radyonun dalâletin [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] yaygınlaşması için kullanıldığında milyonlarca günahın yayılmasına sebep olacağını belirtir……………….……………….91

43: Nur ve Gül Fabrikaları: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Nur ve Gül fabrikalarının hizmetlerinden ve Risale-i Nur’u yazan kalemlerin çoğalmasından duyduğu memnuniyeti dile getirir. Talebelerinin hizmet-i imaniye [iman hizmeti] ve Kur’âniyede muvaffak olması için dua eder……………….……………….92

44: Her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Talebelerin “Kur’ân’ı ezberlemek mi, yoksa Risale-i Nur’u yazmak mı daha iyidir?” sorusunu cevaplandırır. “Her asırdaki en büyük makam Kur’ân’ın’dır” der ve onun hıfzının ve kırâatinin her hizmetten daha üstün olduğunu yazar. Ama Risale-i Nur’un Kur’ân’ın imanî hakikatlerinin delillerini ihata [herşeyi kuşatma] ettiğini vurgular. Bu yüzden “Risaleler, Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vesiledir” şeklinde açıklama yapar. Hem Kur’ân’a, hem de Risale-i Nur’a birlikte çalışmanın daha iyi olacağını ifade eder……………….……………….93

45: Sahabelerin mânevî şahsiyetinin bir cilvesi: Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif‘in [temiz, pak] Üstad Bediüzzaman’a yazdığı mektubudur. Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif, [temiz, pak] sahabelerin şahsiyet-i mâneviyesinin [belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik] küçük bir cilvesinin gölgesini temsil eden mübarekler heyetinin iki âzası olan Sabri ve Hâfız Ali’nin iltifatına mazhar [erişme, nail olma] olmaktan duyduğu sevinci anlatır. Bu iltifatlara lâyık olmadığı halde, mazhar [erişme, nail olma] oluşunun sebebini Risale-i Nur’un kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] kerametinden [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] kaynaklandığını ve Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] lütfundan geldiğini belirtir. Bundan dolayı da Hâlık-ı Zülcelâle [büyüklük sahibi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah] risalelerin harfleri adedince hamd eder……………….……………….94

46: Şefkatin yanlış yerde kullanılması: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, şefkatin yanlış kullanıldığı yerleri sıralar ve nasıl kullanılacağını gösterir. Öncelikle insanda bulunan şefkat hissinin merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğunu ve Rahmetenli’l-Âlemînin rahmetinin derecesini aşmamak gerektiğine işaret eder. Kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmaları, azap ve cihad gibi hâdiseleri şefkate sığıştıramamanın gerçek şefkatsizlik olduğunu belirtir……………….……………….96

337

47: Eski Said’in eserleri faydalı; fakat bir parça mahremdir: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, işaret buyurduğu bazı ifade ve mektupların Lâhikalara konulmasını talep eder. Bunlardan biri, “Eski Said’in siyasetle münasebettar, [alâkalı, ilgili] eski eserlerini görenlere faydası var, fakat bir parça mahremdir” ifadesidir. Diğeri, yeni bir kardeşin Risale-i Nur’a zarar vermesi meselesidir……………….……………….97

48: Risale-i Nur başka eserlere ihtiyaç bırakmaz: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Risale-i Nur’un imanı kurtarmanın ve kuvvetlendirmenin; ayrıca tahkikî imanı elde etmenin en kısa yolunu verdiğini ve bu sebeple başka eserlere ihtiyaç bırakmadığını belirtir. Hattâ, Üstad Risale-i Nur’un zuhurundan beri başka kitap okumaya ihtiyaç duymadığını ifade eder. Çünkü bazı âlimlerin eserlerinin bid’atlara [aslen dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şeyler] müsaadekâr [müsaade eden, izin veren] olduğunu belirtir ve talebelerini bu konuda dikkatli olmaları için ikaz eder.

Ayrıca, Risale-i Nur hizmetinin tarifini yapan Üstad, mesleklerinin “tecavüz değil, müdafaa olduğunu, tahrip değil, tamir olduğunu” belirtir……………….……………….98

49: Gelecek olan Nurun, dar ve geniş dairelerdeki iltibası: [karıştırma] Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Eski Said nazarıyla inkilâptan ve tesirat-ı hariciyeden [dış tesirler, etkenler] kaynaklanan bir ruh haliyle Münazarat [münazaralar; düzeyli tartışmalar] isimli eserinde hatâlı yanlar olduğunu belirtir. İstikbalde bir nurun varlığını hisseden Üstad, o nuru geniş siyaset dairesinde görür. Oysa, o nur imanları kurtaracak olan Risale-i Nur’dur.

Yine Üstad, Eski Said’in acip bir istibdadı [baskı ve zulüm] hissettiğini yazar. O istibdattan [baskı, zulüm] kurtuluş vesilesi olarak, meşruta-i meşruayı görerek yanıldığını ifade eder.

Ayrıca Bediüzzaman, Münazarat [münazaralar; düzeyli tartışmalar] risalesinin ruhu hükmündeki Medresetü’z-Zehrâ’nın Risale-i Nur’a bir zemin hazırladığını, ihtiyarsız [irade dışı] olarak ona sevk edildiğini ifade eder. Fakat hiss-i kablelvuku [bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu] ile hakikati maddî şekillerde aradığını, bu yüzden de Şark Üniversitesini kurmak istediğini dile getirir……………….……………….100

50: Deccal ve Hazret-i İsâ (a.s) ile ilgili hadislerin gerçek tevilleri: Üstad Bediüzzaman’ın Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin Efendinin Hz. İsâ (a.s.) ve Deccal’la ilgili hadisler hakkındaki soruları üzerine yazdığı mektuptur. Üstad, âhirzamanda bir kısım âlimlerin Hazret-i İsa’nın (a.s.) nüzulüne ve Deccal’ı öldürmesine ait hadislerin zahirine bakıp şüpheye düştüklerini belirtir. Hattâ şüpheye düşen âlimlerin hurafevâri bir mânâ verdiklerini, Risale-i Nur’un ise Kur’ân feyziyle o hadislerin gerçek tevillerini gösterdiğini ifade eder.

“Hazret-i İsa (a.s.) Deccal’la mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın [yaklaşık 68 cm’lik bir ölçü birimi] yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücutça o derece Deccal’ın heykeli Hazret-i İsa’dan büyüktür” meâlindeki hadisin hangi mânâya geldiğini açıklar……………….……………….102

51: Risale-i Nur’a işaret eden âyetler: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Hâfız Ali’nin mektubunda (bk. 41. Mektup) Âl-i İmrân [Kur’ân-ı Kerîm’in 3. sûresi] Sûresinde Risale-i Nur’a ve onun müellifine [telif eden, kitap yazan] işaret olduğunu yazdığını ifade eder. Fakat Risale-i Nur’a bir işaret-i gaybiyle haber veren otuz üç adet âyet, شَهِدَ اللهُ âyetiyle son bulduğundan, bu iki âyetin müstakil [bağımsız] bir surette işaretlerine kapı açılmadığını belirtir. Sadece nâşir [neşreden, yayan, yayınlayan] ve kâtiplerine işârî mânâsıyla baktığını ifade eder……………….……………….105

52: Isparta kahramanlarına benzemenin şartı: Üstad Bediüzzaman’ın Feyzi Efendiye yazdığı mektubudur. Üstad, Feyzi Efendinin Isparta ilindeki kahramanlara benzemek istediğini, o kahramanlara benzeyebilmesi için dikkat etmesi gerekenleri anlatır. Tarikat ve Risale-i Nur arasındaki farkı açıklayarak yol gösterir: “Risale-i Nur’a hizmet, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velâyet [velilik] mertebeleri kazandırıyor.” Feyzi Efendinin de risaleleri bırakıp kendisini on günde velâyet [velilik] derecesine çıkartacağını söyleyen bir kutubun [esas] yanına gitmesi halinde Isparta kahramanlarına arkadaş olamayacağını belirtir……………….……………….107

53: Risaleleri yazı ile çoğaltanlara dua: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerinin Kadir gecesini tebrik eder. Talebelerinin gönderdiği risaleleri nurlu hediyeler olarak kabul eder ve bu hediyelerin amel defterlerine bin sevap olarak yazılması için dua eder. Ayrıca Üstad, Hüsrev Altınbaşak’ın Kur’ân’ı yazarken başarılı olması için dua eder. Küçük Ali, Mehmed Tahirî ve Aydınlı Hasan Ulvi’nin çoğalttıkları risaleler ve kalemlerinin gü

338

zelliğinden bahseder ve yazdıkları her harf adedince sevap kazanmaları için Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] niyazda bulunur……………….……………….108

54: Hizmet haberlerinden duyulan memnuniyet:Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Hüsrev Efendinin kaleminin Risale-i Nur’un kuvvetli bir kerameti [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] olduğunu yazar. Hem Hüsrev, hem de Küçük Ali’nin mektuplarının kendisini ne kadar memnun ettiğini ifade eder. Lütfi, Zekâi gibi iki kıymettar talebenin yerini boş bırakmayan Tahir ve Abdullah Çavuş’un Risale-i Nur’a yaptıkları hizmetlerin, Aras hakkındaki endişelerini izale [giderme] ettiğini belirtir……………….……………….109

55: Sırr-ı اِنَّۤا اَعْطَيْنَا ‘ın işaret ettiği gerçek mânâ: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Sırr-ı اِنَّۤا اَعْطَيْنَا ‘ya cifirle baktığında “İslâmiyete darbe vuranların başlarında öyle müthiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutulmayacak” meâlindeki mânâyı geniş bir daire de olduğu halde, yanlış olarak o hakikati dar bir daire olan hükûmet dairesinde gördüğünü belirtir. Fakat daha sonra bu hatânın Cenâb-ı Hak [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] tarafından mânevî bir ihtarla gösterildiğini yazar. Bundan dolayı da Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] şükrünü dile getirir……………….……………….111

56: Bir ihtar: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, اِنَّۤا اَعْطَيْنَا ‘nın sırrıyla ilgili bir ikazda bulunur……………….……………….112

57: Talebelerin medihlerine [övgü] cevap: Üstad Bediüzzaman, talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerinin kendisini çok yüksek düşünce ve takdirle andıklarını, bu medihlerin [övgü] hakkı olmadığı halde verildiğini belirtir. Talebelerinin fevkalâde sadakat ve ihlâs içinde olduklarına dikkat çeker……………….……………….112

58: Hayalî Ziyaeddin, gerçek Ziyaeddin: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, büyük kardeşi Molla Abdullah’ın (rahmetullahi aleyh) mürşidi olan Hazret-i Ziyaeddin’e duyduğu sevgiyi örnek vererek, kendi talebelerinin gözündeki yere dikkat çeker. Kardeşine şeyhi hakkında söylediği hayalî ve hakikî Ziyaeddin’den söz eder. Üstad, kendisinin talebelerine bir Üstad değil, ancak hizmet yolunda bir kardeş olabileceğini açıklar. Talebelerinin Üstadlarına olağanüstü hüsn-ü zan [güzel düşünce] göstermek ve makam vermek yerine, fevkalâde sadakat, sebat, [kalıcı olma, sabit kalma] müfritane [ifrat eden, aşırıya giden] irtibat ve ihlâs içinde olmaları gerektiğini vurgular……………….……………….113

59: Üç mühim mesele: İman, hayat, şeriat: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad burada, Risale-i Nur’un kahramanı olan Hüsrev Efendinin yazdığı Kur’ân harflerinin kutsal bir hediye olduğunu belirtir ve Hüsrev Efendiye dua eder.

Ayrıca, talebelerinin kendisine gösterdiği hüsn-ü zanna [güzel düşünce] cevap olarak bir mektup yazdığını belirtir. (bk. 58. Mektup) Ve o mektubu yazmasının hikmetini bu mektupta açıklar. Bu zamanda hayat, şeriat ve iman olmak üzere üç önemli mesele olduğuna dikkat çeker. Bu üç meseleden en önemlisinin iman olduğunu; ama insanların daha çok hayat ve şeriata önem verdiklerini vurgular. İman hizmetini genelin nazarına verebilecek en hâlis ve selâmetli hizmet yolunun Risale-i Nur olduğunu kaydeder. (Ayrıca bk. 118. Mektup).……………….……………….115

60: Ramazan’da her gün bir hâtim: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. İlk olarak talebelerinin Berât gecesini tebrik eder. Ramazan ayında Risale-i Nur talebelerinin her birinin okuduğu bir cüzle, her günde bir hâtim yapabileceklerini belirtir. Böylece talebelerin geniş bir dua halkasını teşkil edeceğini vurgular.

İkinci olarak, Üstad, Hacı Hâfız’ın ve Sav Köyündeki kahraman talebelerin hizmet ve gayretlerinin tembellik eden talebelere örnek olacağını yazar. Ayrıca Sıddık Sabri ve Lütfi gibi talebeleri yetiştiren Atabey’in hizmette geri kaldığını, ama Tâhir ve Abdullah Çavuş’la oradaki hizmetin canlandığını ve bunun kendisini çok mutlu ettiğini yazar……………….……………….117

61: Başa gelen sıkıntıların hikmetleri: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, Gavs-ı Âzamın “Muhakkak ki sen, inâyet [Allah’ın herşeyi düzen altına alıp saadet ve huzur veren sıfatı] gözüyle gözetilip korunmaktasın” ifadesinin nur talebeleri hakkında mutabık çıktığını belirtir. Hüsrev, Rüştü ve Refet [esirgeme, koruma, acıma] gibi talebelerin başlarına gelen zararlı hâllerin zahirde azap verdiğini, hakikatte ise hizmete vesile olduğunu anlatır. Buna Hüsrev Efendinin hapse girmesinin hikmetlerini göstererek misâl verir. Hüsrev Efendinin hizmette yorulduğunu, bu musibetin onun için bir istirahat olduğunu; hapiste ise kalemi yerine

339

lisan ve tavırlarıyla hizmet ettiğini yazar. Buna ilâve olarak, Feyzi ve Salâhaddin’in askere gidişlerindeki hikmeti hatırlatır.

Ayrıca Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur’un İkinci Dünya Savaşına ait gaybî bir ihbarı hakkında da bilgi verir……………….……………….119

62: İştirâk-i a’mâl-i uhreviye sırrı:Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta ilk olarak talebelerinin Ramazanını tebrik eder ve Ramazanın hem İslâm âlemi, hem de Risale-i Nur talebeleri için öneminden bahseder. Talebelerinin iştirâk-i a’mâl-i uhreviye sırrınca her birinin kazandığı sevabın, her bir talebeye aynı miktarda verileceği müjdesini verir. Risale-i Nur dairesine sıdk [doğruluk] ve ihlâsla girenlerin kazançlarının çok büyük ve küllî olacağını beyan eder……………….……………….120

63: Üstadı sürurla [mutluluk] ağlatan hanım talebelerin hizmeti: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta ilk olarak, talebelerinin ettikleri duaları Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] nezdinde makbul olmasını niyaz eder.

Yine, Üstad Sav Köyünün önemli talebelerinden biri olan Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Efendinin mektubunun kendisini sevinç göz yaşlarıyla ağlattığını anlatır. Üstadın sürurla [mutluluk] ağlamasının sebebi, Sav Köyü hanımlarının Risale-i Nur’un yayılması için gösterdikleri fedakârlıklardır. Risale-i Nur’un en büyük esasının “şefkat”, hanımların da birer “şefkat madeni” olduğunu belirten Üstad çoktan beri hanımların Risale-i Nur’un mahiyetini anlamalarını beklediğini vurgular. Bundan dolayı da Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] şükreder……………….……………….121

64: Günahlara kalkan: İştirak-i a’mâl-i uhreviye düsturu: [kâide, kural] Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta lâtif [berrak, şirin, hoş] iki olay beyan eder:

Bu zamanda günahların insanı her yandan serbestçe sardığını açıklayan Üstad, bu kadar günaha karşı insanın ibadet ve takvâ ile nasıl karşılık verebileceğini yazar. Risale-i Nur’un gerçek ve sadık talebelerinin ancak iştirak-i a’mâl-i [sevap kazandıran işlerde ortaklık] uhreviye prensibiyle günahlara karşı korunabileceğini belirtir. Bir talebenin bir dille değil, kardeşlerinin binlerce diliyle istiğfar [af dileme] ederek kurtuluşa erdiğini anlatır. Talebelerin bu büyük kurtuluşu takvâda, ihlâsta ve sadakatte çalışarak elde edebileceklerini ifade eder.

İkinci olarak Üstad, elli altı senedir icazet almamasının sebebini açıklar. Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn [iki kanatlı (burada Peygamberimizin hem halktan Hakka, hem de Haktan halka olan iki yönlü elçiliği kastedilmiştir)] Hâlid Ziyâeddin’in kendi cübbesini ve o cübbeye sarılan bir sarığı yüz sene sonra kendisine Âsiye ismindeki talebesiyle gönderdiğini belirtir. Bundan dolayı, Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] şükreder……………….……………….122

65: Küllî ibadete sahip olabilmek: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Hizbü’l-Ekberi’l-Kur’ânî risalesinin başında yer alan bir cümledeki eksiklikleri düzeltip yeniden yazdığını beyan eder.

Talebelerinin küllî ibadete sahip olabilmeleri için Risale-i Nur dairesinde büyük günahlardan sakınarak sadakat, hizmet ve takvâ ile çalışmaları gerektiğini belirtir……………….……………….124

66: Dualarla gelen şifâ: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı bir mektubudur. Dehşetli bir hastalıktan hiç beklemediği bir tarzda, talebelerinin ettikleri dualar vesilesiyle şifa bulduğunu anlatır. Ve bundan dolayı duyduğu mutluluğu dile getirir……………….……………….125

67: Üstadın yerine çalışan talebeler: Emin ve Mehmed Feyzi Efendinin Isparta’daki Nur kardeşlerine yazdıkları mektuptur. Emin ve Feyzi Efendiler, Üstadlarının Ramazan ayında hiç görmedikleri kadar şiddetli bir rahatsızlık geçirdiğini anlatırlar. Bu hastalık sebebiyle vazifelerini yerine getiremediğini; ama talebelerin tıpkı birer Üstad gibi çalışarak onun görevlerini yaptıklarını beyan ederler. Üstad Bediüzzaman’ın, kendi hastalığının talebeler arasında bir şahs-ı mânevî [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] oluşturarak hizmeti cüz’iyetten külliyete çıkardığını söylediğini yazarlar. Ayrıca Nur kardeşlerinin ettikleri dualarla Üstadlarının mu’cizevî bir şekilde iyileştiğini gördüklerini belirtirler……………….……………….125

68: Sav Köyü bir Medrese-i Nuriyedir: [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerinin Ramazan bayramını tebrik eder. Talebelerinin mübarek günlerde ettikleri duaların makbul olması için Cenâb-ı Hakka [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] yalvarır. Isparta’da hizmette görev alan talebelerinin vazifelerinden duyduğu mutluluğu belirtir. Üstad, özellikle bir medrese-i Nuriye [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] olan Sav Köyünün Hacı Hâfız, Mustafa Gül olarak Ahmed‘lerin, [çokça medhedilen, övülen] Mehmed’lerin, hattâ Nur talebelerinin muhterem hanımlarının (Tâhirî’nin refikası [arkadaş, yoldaş, yardımcı] ve kerimeleri gibi) ve mâsum çocuklarının risalelerle meşgul olduklarını gördükçe duyduğu zevki dile getirir……………….……………….127

340

69: İkinci Hüsrev olan Birinci Tahir: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, talebelerinin gönderdiği nüshaların her birinin birer bayram hediyesi hükmüne geçtiğini yazar. Özellikle İkinci Hüsrev dediği Birinci Tahir’in çoğalttığı risaleleri över. Bu talebesinin yaptığı hizmetlerin kendisini çok ümitlendirdiğini belirtir. Tahir Efendinin, eşinin ve çocuklarının yazdıkları risaleleri, teşvik edici bir unsur olması için cilt yaptıklarını beyan eder.

Üstad Bediüzzaman, Aydınlı Hasan ve Hulûsi Efendinin ihlâsta ön sıralarda olduğunu vurgular. Talebelerinden Hüsrev, Refet, [esirgeme, koruma, acıma] Rüştü ve Hâfız Ali’nin durumlarını merak eder ve hâllerinin nasıl olduğunu sorar……………….……………….130

70: Namaz tesbihatının önemi. / Dünya hayatını bilerek âhirete tercih etme: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, namaz tesbihatının yapılmasının öneminden bahseder. Namazdan sonra tesbih çekilmesinin tarikat-ı Ahmediyenin (Aleyhissalâtü Vesselâm) zikir halkasına dahil olmak anlamına geldiğini ifade eder. Bu zikir halkasının başında zât-ı Ahmediye [Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendi zâtı] Aleyhissalâtü Vesselâmın bulunduğunu, tesbih çeken milyonlarca kişinin, müridler olarak o halkaya dahil olduğunu açıklar.

İkinci olarak, “Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler…” (İbrahim Sûresi 14:3) âyetinin tefsirini açıklar. İnsanların dünya hayatını bilerek âhirete tercih ettiğini örnekler vererek izah eder. İnsanoğlunun hırs ve meşru olmayan zevk ve eğlenceye düşkün olduğuna, bu yüzden de âhirete yönelik işlerin bırakıldığına dikkat çeker. İhtiyaçların israf, iktisatsızlık ve kanaatsizlik yüzünden arttığını ve dinî meselelerin ikinci sırada kaldığını ifade eder. Bu tehlikelerden kurtuluş yolunun da Risale-i Nur’da olduğunu belirtir……………….……………….131

71: Ehl-i iman [Allah’a inanan] için kâinat nurlu, ehl-i dalâlet [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] için karanlıklıdır: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, dünya hayatını âhiret hayatına tercih edenlerle ilgili yazdığı mektupla (bk. 70. Mektup) kalbine gelen ince bir mânâyı kaleme alır. Üstad, ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] fâni şeylerde neden acı çektiğini, ehl-i imanın [Allah’a inanan] ise nasıl ulvî bir zevk aldığını açıklar. “Ehl-i hidayet [doğru ve hak yolda olanlar] için, mazi, [geçmiş] müstakbel [gelecek] müştemilâtıyla [içindekiler] mevcuttur, nurludur. Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiş muvakkat [geçici] vaziyetler, ehl-i dünya [dünyada yaşayanlar] için, fenâ-yı mutlak [kesin yokoluş] karanlıklarında mâdumdur” [yok] der……………….……………….134

72: Musibetlere şifâ kaynağı: İnşirah Sûresi: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Hâfız Ali Üstada gönderdiği mektubunda İnşirah Sûresinin birinci ve altıncı âyetlerinin her musibetzedeye ve hüzün ve kedere düşenlere bir şifa ve mutluluk kaynağı olduğunu yazar. Üstad, Hâfız Ali’nin bu noktayı tam gördüğünü ve onun sözlerini tasdik ettiğini belirtir……………….……………….

Ayrıca, Hâfız Ali’nin mektubunun son kısmında yer alan Hz. Peygamberin (a.s.m)—”Mânevî fütuhat [fetihler, yayılmalar] yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin gelmesi”—ihbarını Cenâb-ı Haktan [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] niyaz eder ve bu ihbarın Risale-i Nur hizmetine karşılık geldiğini belirtir……………….……………….136

73: Hüsrev Altınbaşak ve tevafuklu Kur’ân: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad, Risale-i Nur’un bir kahramanı olan Hüsrev Altınbaşak’ın harika hizmetlerinden birkaçını talebelere örnek olarak anlatır. Dokuz senede dört yüz risaleyi tevafuklu olarak yazdığını, Hâfız olmadığı halde iki mükemmel Kur’ân yazarak i’câz-ı Kur’ân‘ı [Kur’ân’ın benzerini yapmaktan başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü, mu’cizeliği] gösterdiğini belirtir.

Hüsrev Efendinin kaleminin, Kur’ân-ı Kerimin ve Risale-i Nur’un mu’cizevâri kerametleri [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] olduğunu yazar……………….……………….137

74: Dinîn dünyaya basamak yapılması: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstadın, “İnsanların dünya hayatını, âhiret hayatına tercih etmeleri” ile ilgili yazdığı bölüme ektir (bk. 70. Mektup).

Üstad, dindar ve takvâ sahibi olan bazı kimselerin dinî hayatı, dünyada başarılı olmaları ve işlerinin rast gitmesi için istediklerini belirtir. Hattâ dinî vazifelerin dünyada başarılı olmak için bir basamak yapıldığını, oysa dinî hakikatlerin dünya saadeti için sadece teşvik edici olabileceğini açıklar. Dinî hakikatlerin dünyaya basamak ve hedef yapılması halinde ameli iptal edebileceğini, ihlâsı kırabileceğini vurgular. Üstad bu hastalıktan kurtulmanın çaresi, “Risale-i Nur dairesi içinde olmaktır” der……………….……………….139

75.Haşre [insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması] dair kısımların Onuncu Sözün âhirinde toplanması: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Risale-i Nur’da haşre [insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması] dair olan meselelerin Onuncu Sözün sonunda toplandığını ve bir lâhika hükmüne geldiğini yazar. Onuncu Sözün arkasına konulacak kısımları şöyle belirtir: “Dokuzuncu Şua [ışık kaynağından çıkan ışık telleri] olan mukaddeme-i haşriye, ‘Otuzuncu Lem’anın [parıltı] İsm-i Hayy‘a [Allah’ın gerçek hayat sahibi olduğunu bildiren ismi] dair Dördüncü Remzi’, [ince işaret] İhtiyarlar Lem’asının [parıltı] Beşinci Ricasının [ümit] ortasından başla

341

yan, ‘Evet, nass-ı hadisle, [hadis hükmü] nev-i beşerin en mümtaz [seçkin] şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin enbiyanın, [nebiler, peygamberler] ilâ âhir…’ [sonuna kadar] tâ Altıncı Ricaya [ümit] kadar olan kısım.”……………….……………….140

76: Gayr-i Müslimlerin [Müslüman olmayan] Cehennemden kurtuluş yolu: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Beşerî musibetlerin sebep olduğu felâketlere, sefaletlere, açlıklara maruz kalanların hâllerine karşı şiddetli bir şefkat ve elem hissettiğini; ama bunun akabinde kendisine bir müjdenin ihtar edildiğini anlatır. Bu musibetlerin gayr-i Müslimlerden [Müslüman olmayan] on beş yaşından küçük olanların hakkında şehadet hükmüne geçmesi ihtar edilen müjdelerden biridir. Diğeri ise, daha büyük yaştaki—gayr-i Müslim de olsa—masum ve mazlumların çektikleri sıkıntılar lâkaytlık [duyarsızlık, ilgisizlik] derecesine gelen dinî fetret [Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen peygambersiz devir] zamanında yaşamalarından dolayı Cehennemden kurtulmalarına vesiledir. Bu musibetlerin medeniyetin sefahetinden [ahmaklık, beyinsizlik] gelen günahlara kefaret olduğu gibi, zâlimler ve insanlığın perişanlığını hazırlayan gaddarlar için tam bir adalet olduğunu belirtir……………….……………….141

77: İman hakikatleri gaybî sırlardan daha ehemmiyetlidir: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta umumî ihtiyaca medar [kaynak, dayanak] ve bu zamanda herkesin şiddetle muhtaç olduğu; İslâmiyetin temel taşı hükmündeki iman hakikatlerinin, gaybî esrarları açacak konulardan daha ehemmiyetli olduğunu belirtir. Hattâ gayba ait konulara yöneldiğinde engellendiğini yazar ve bu konuyla alâkalı yaşadığı bir hâdiseyi misâl olarak verir……………….……………….142

78: Risale-i Nur’u yazarak çoğaltmanın ehemmiyeti: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad bu mektubunda talebelerinin Risale-i Nur’u yazarak çoğaltma ve yayma hizmetinin ehemmiyetini anlatır. Risalelerin yazılmasını, kendisi için mânevî birer hediye olarak değerlendirir ve bu hediyeleri nasıl gördüğünü tasvir eder

Bu nuranî hediyeleri almadan önce hiss-i kablelvuku [bir şeyi olmadan önce hissetme duygusu] ile hissettiğini ve bu hediyelerin kendisi için bir mutluluk kaynağı olduğunu belirtir. Bu mânevî hediyelerle ilgili gördüğü rüyayı ve başına gelen bir hâdiseyi yazar.

Masumların ve ümmîlerin yaptıkları bu hizmetin, İslâm âleminin mukadderatını [Allah tarafından takdir olunmuş, belirlenmiş] ve iman sahiplerinin geleceğini nurlandıracağını açıklar……………….……………….143

79: Rüya-yı sadıka [doğru olan rüya] kader-i İlâhînin [Allah’ın belirlediği kader programı] her şeyi ihata [herşeyi kuşatma] ettiğine delildir: Emin ve Küçük Hüsrev olan Feyzi’nin Isparta’daki Nur kardeşlerine yazdığı mektuptur. Emin ve Feyzi Efendi, Üstad Bediüzzaman’ın gördüğü lâtif [berrak, şirin, hoş] bir rüyanın kadere ait bir meseleyi gösterdiğini yazarlar. Bu rüyanın gerçek hayatta meydana gelmesinin, Yirmi Sekizinci Mektupta yer alan “Rüya-yı sadıkanın [doğru olan rüya] kader-i İlâhinin [İlâhi kader, Allah’ın kader kanunu] her şeyi ihata [herşeyi kuşatma] ettiğine kesin bir delil olduğu hükmünü” gösterdiğini ifade ederler. Yaşadıkları olayların önceden tayin edildiğini ve İlahî kaderin mizanıyla [ölçü] gerçekleştiğini belirtirler……………….……………….145

80: Mâsum çocukların ve ümmî ihtiyarların Nurları yazmalarının verdiği sevinç: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad, risaleleri yazan mâsum çocukların ve ümmî ihtiyarların hizmetlerini tebrik eder. Yazdıkları kitapların ciltlettirildiğini ve hem isimlerinin, hem de yaşlarının bu mecmualara yazılacağını belirtir. Çocukların ve ihtiyarların yaptıkları hizmetlere ölünceye kadar minnettar olacağını ifade eden Üstad, böyle kıymettar, mâsum mânevî evlatları ve yüzer küçük Abdurrahman’ları bularak dünyanın kendisi için bir cennet hayatı hükmüne geçtiğini ifade eder……………….……………….147

81: Hakakik-i imaniyeye Risale-i Nur’la hizmet, en birinci vazifedir: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad bu mektubun çok ehemmiyetli olduğunu belirtir. Dünya hayatıyla, siyasetle ve Harb-i Umumî [Birinci Dünya Savaşı] ile ilgilenmemesinin sebeplerini açıklar. Bu zamanda hakaik-i imaniye [iman hakikatleri] hizmetinin herşeyden önce geldiğini ve en birinci maksat olduğunu yazar. Bunun için de başka şeyle alâkadar olmadığını belirtir. Oysa Risale-i Nur dairesi dışında kalan âlimler ve velilerin dünya ve siyaset hayatıyla ilgilenmelerinin ve Dünya Savaşına tarafgirâne tavırlar göstermelerinin iman hizmetini ikinci, üçüncü dereceye bırakmalarına sebep olduğunu vurgular. Hakaik-i imaniyeye [iman hakikatleri, esasları] Risale-i Nur’la hizmet etmenin birinci vazife olduğunu, diğer şeylere tenezzül etmemek gerektiğini açıklar……………….……………….148

82: Risale-i Nur’a ekmek kadar ihtiyaç var: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Bu mektubunda talebelerinin isimlerini ve yaptıkları hizmetleri belirten Üstad, memnuniyetini dile getirir.

Üstad, Hüsrev Efendinin, Risale-i Nur’a hizmet edemediğini yazmasına karşı, onun yazılarının ve nüshalarının kendi yerine hizmet ettiğini belirtir. Aydınlı Hasan Atıf’ın ve Hâfız Ali’nin

342

mektubunun haşiyesinde [dipnot] yazdığı “Yâ Rab, [ey herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden ve idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah] güldür Said’i, tâ gülmelerinden güller açılsın” şeklindeki duanın kabul olduğunu yazar. Marangoz Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] talebelerinin mektuplarını lâzım gelen yerlere göndermek için yazmasını takdir eder. Tâhirî’nin ve mübarek kızlarının yazdıkları nüshaların görenleri Risale-i Nur’a çektiğini ifade eder. Hâfız Ali’nin mektubunda “mâsumların ve mübarek ümmî ihtiyarların hediye-i mâsumâneleri” beyanındaki fıkrasını [bölüm] över.

Ayrıca Üstad, mâsum çocukların, mübarek ihtiyarların, çobanların ve efelerin Risale-i Nur’dan ders almaları ve hizmette çalışmalarını şöyle ifade eder: “Risale-i Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç olduğunu gösterir.”……………….……………….150

83: Mâsumların ve ümmî ihtiyarların yazdıkları risalelerin fütuhatı: [fetihler, yayılmalar] Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta mâsumların ve ümmî mübareklerin ve ihtiyarların ve kahraman Tâhirî’nin nüshalarının daimî parlak bir tarzda fütuhat [fetihler, yayılmalar] yaptığını belirtir. Yalnız, mâsumların ve ihtiyarların yazdıkları risalelerin tashihi sırasında küçük bir zahmet çektiğini yazan Üstad, bu zahmetin kendisine tatlı geldiğini ve onların hattını kendi yazısına benzettiğini açıklar……………….……………….153

84: Risale-i Nur, kazandırdığı tahkikî imana bedel hâlis bir sadakat, sarsılmaz bir sebat [kalıcı olma, sabit kalma] ister: Üstad Bediüzzaman’ın Kastamonu’daki talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad, Risale-i Nur’un on beş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi [araştırma ve incelemeye dayanan iman] on beş haftada ve bazılarına on beş günde kazandırdığını belirterek, risalelerin sağladığı diğer kâr ve kazançları sıralar. Buna mukabil olarak da Risale-i Nur’un talebelerinden tam, hâlis bir sadakat ve dâimî, sarsılmaz bir sebat [kalıcı olma, sabit kalma] istendiğini vurgular.

Ayrıca siyasetin zararlarından bahseden Üstad, siyasette olan birinin hakikat kardeşine kin besleyebileceğini, öte yandan zâlim bir siyaset arkadaşına taraftar olabileceğini belirtir. Kalp [sahte para] selâmeti ve ruhun istirahatı için siyasetin terk edilmesi gerektiğini vurgular. Özellikle ehl-i dalâlet [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] ve ehl-i gafletin [âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar] lüzumsuz ve mâlâyâni [anlamsız, faydasız] bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî [dış dünyaya ait] ve siyasî boğuşmalara daldıklarını anlatır. Bu tarz boğuşmalardan kendilerini ancak hakikî ehl-i iman, [Allah’a inanan] ehl-i tevekkül ve ehl-i rızanın kurtaracağını, bunların içinden de en fazla kendini kurtarabileceğini “Risale-i Nur’un dairesine sadakatle girenler” olduğunu vurgular……………….……………….153

85: Binbaşı Muhyiddin’in gördüğü rüyânın tabiri: Binbaşı Muhyiddin’in Üstad Bediüzzaman’a yazdığı bir mektubudur. Binbaşı, 1321’de (1903) bir gece rüyâsında üç güneşin tulû [doğma] etmiş olduğunu gördüğünü yazar. Bu rüyanın hikmetini anladığını ve neye işaret ettiğini şöyle ifade eder: “Birinci güneş Mu’cizat-ı Ahmediye [Peygamberimizin (a s m ) mu’cizelerine dair yazılan On Dokuzuncu Mektup] Aleyhissalâtü Vesselâm namındaki risale; ikinci güneş Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsinden [hak din] çıkan nur-u semavî, üçüncüsü ise Risale-i Nur’a işaret eden Birinci Şuâdır.”……………….……………….157

86: Taarruza karşı demir gibi sebat: [kalıcı olma, sabit kalma] Nazif, [temiz, pak] Salâhaddin, Tevfik, [başarı] Hilmi, Emin, Feyzi Efendilerin Ispartalı Nur kardeşlerine yazdıkları mektuptur. Kahraman Tahirî’nin ve mübarek kızlarının yazdıkları nüshaların, görenleri Risale-i Nur’a çektiğini ve bu nüshaların kerametkârâne [keramet göstererek] bir fütuhat [fetihler, yayılmalar] yaptığını yazarlar. Mübarek Nur kardeşlerinden Hâfız Mustafa’nın Üstadın taarruzla alâkalı yaptığı ikazı haber verdiğini belirtirler. “Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat [kalıcı olma, sabit kalma] ediniz. Bir halt edemezler” şeklindeki bu ikazın hikmetini çok sonra anladıklarını ifade ederler……………….……………….158

87: Talebelerin senakâr mektuplarına cevap: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Üstad, talebelerinden Hâfız Ali, Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Feyzi ve Halil İbrahim’in yazdıkları mektuplara temas eder. Hâfız Ali’nin rahatsızlığının kendisini müteessir [etkileme, tesiri altında bırakma] ettiğini yazar; ayrıca Hâfız Ali’nin mektubunda şu ifadeye dikkat çeker: “Risale-i Nur, saadet-i ebediye [ebedî saadet; sonsuz mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı] dükkânı ve bâki elmasları sattığından, ‘Fâni, kırık cam parçaları ondan istenilmemeli’ tâbiri çok güzel düşmüş.”

Üstad, Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Feyzi ve Halil İbrahim’in Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsine [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] gayet kuvvetli irtibatlarının kendisini mesrur [mutlu] ettiğini ifade eder. Şahsına haddinden fazla hüsn-ü zanla [güzel düşünce] baktıklarını, bu teveccühü [ilgi] ancak o şahs-ı mânevî [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] namına ve Risale-i Nur’un hakikati hesabına kabul edebileceğini belirterek bu iki talebesinin hizmetlerini takdir eder……………….……………….159

88: Üstadın talebelerini teşvik eden mektubu: Üstad Bediüzzaman’ın talebelerine yazdığı mektubudur. Hasan Âtıf, Hâfız Ali, Hâfız Mustafa ve Feyzi Efendilerin yazdıkları mektupların kendisini mesrur [mutlu] ettiğini belirtir ve hizmetlerinden bahseder. Bazı sarsıntılar, hastalıklar ve askerlik sebebiyle Risale-i Nur hizmetine bir derece zaaf [zayıflık, güçsüzlük] geldiğini düşündüğünü; ama bu talebelerden gelen mektupların o düşünceleri izale [giderme] ettiğini ifade eder.

343

Üstad, Hasan Âtıf’ın Risale-i Nur hizmetine lâyık olduğunu; müstesna hattı ile ihlâsı, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti ve sadakatinin mükemmel olduğunu belirtir. Hâfız Ali’nin tesirli mektubuna karşı Feyzi Efendinin verdiği cevabı nakleder. Sabri Efendinin mektubundaki güzel yazısının kendisini mesrur [mutlu] ettiğini yazar. Üstad, Hâfız Mustafa’nın mektubunda talebelerin istişare [fikir alışverişi] ederek tab [basma] etme gibi ehemmiyetli meseleleri görmeye başladıklarını yazdığını; bu hâdisenin de ehemmiyetli olduğunu ifade eder……………….……………….161

89: Risale-i Nur’un yayıldıkça dikkatleri üzerine çekmesine karşı ihtiyat [dikkat, tedbir] tavsiyesi: Üstad Bediüzzaman bu mektupta Muhacir Hâfız Ahmed‘i [çokça medhedilen, övülen]Medrese-i Nuriyenin [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] mürşidi, müessisi [tesis eden, kuran] ve müdebbiri” [idare eden, çekip çeviren] olarak vasıflandırır. Daha önce İktisat Risalesine konu olan iki buçuk okka [1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü] bal gibi, yine bir hediye gönderdiğini ve bu hediyeyi onun samimî hatırı için kabul ettiğini belirtir. Ayrıca Üstad, Âtıf Hasan’ın yazdığı tevafuklu Mucizat-ı Kur’âniye’yi harika bulduğunu ve Kâtip Osman’ın mektubuyla merak ettiği kişiler hakkında bilgi aldığını ve rahatladığını yazar. Risale-i Nur’un yayıldıkça dikkatleri üzerine çektiğini ifade eder; o yüzden ufak tefek ilişmelere önem verilmemesini ve ihtiyat[dikkat, tedbir] davranılmasını tavsiye eder.……………….……………….162

90: Risale-i Nur belâların def ve ref’ine [kaldırma] vesiledir: Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerine bir hâdiseden dolayı üzülmemelerini ve Risale-i Nur’un inayet [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] altında olduğunu belirtir. Beşinci Şuâın ellerine geçmesinin bir hikmetinin olduğunu, Allah’a itimat edip merak etmemelerini söyler.

Ayrıca,Risale-i Nur’un Anadolu’da, özellikle Isparta ve Kastamonu’da belâları def etmeye bir vesile olduğunu, ona ilişildiği takdirde felâket ve belâların gelebileceğine ve yaptıkları hizmetin iman hizmeti olduğuna, dolayısıyla kendilerine ilişildiğinde imana ilişme mânâsı taşıdığına dikkat çeker.

Hem birçok talebenin gördüğü rüyaların mezkur [sözü geçen] hâdiseyi haber verdiğini; bunun da aralarındaki mânevî bağlantının varlığına delil olduğunu belirtir.……………….……………….164

91: Harama bakmak unutkanlık verir. / Âhiret sevabını dünyada istememeli: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, kendisiyle birlikte altı kişiye, altı ayrı meselenin manen ihtar edildiğini belirtir ve bunlardan ikisine yer verir:

Marangoz Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] mektubunda Eşref [en şerefli] adında on yaşında bir çocuğun köyünü, malını terk edip, iki günlük uzaklıktan geldiğini, bu çocuğun hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olduğunu belirtir. Üstad bunu, “Risale-i Nur’un bir kerameti [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] ve Medrese-i Nuriyenin [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] harika bir çiçeği” şeklinde yorumlar.

Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerinden genç bir hâfızın unutkanlık hastalığından şikâyet etmesi üzerine, ona harama bakmamasını tavsiye ettiğini yazar. Bediüzzaman, herkesi içine alan bu unutkanlık hastalığının, “Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’ân nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor” hadis-i şerifine işaret ettiğini belirtir.

Ayrıca, Nurlarla ilgili bir kişinin, “Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum” demesi üzerine, bu dünyanın hizmet yeri olup ücret yeri olmadığını hatırlatır ve âhirete gönderilen sevapların dünyada istenmesinin ihlâsı kıracağını belirtir.

Üstad Bediüzzaman bir başka kişinin, daha önce tarikatta hissettiği zevk ve şevki şu an hissedemediği hakkındaki şikâyetine cevap verir. Mânevî havanın bozulmasının insanı etkilediğini; kıştaki şevkin baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviye [dünya hayatı] ve hevesat-ı nefsaniyenin artmasına neden olduğunu ve fütur [usanç] getirdiğini yazar.

Talebelerden birinin, geçim sıkıntısından dolayı risalelere çalışamadığını söylemesi üzerine, geçim sıkıntısının asıl sebebinin risalelere çalışmamak olduğunu belirtir.……………….……………….166

92: İman hizmeti hiçbir şeye alet edilemez: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, yedi ayrı meseleyle ilgili değerlendirmede bulunur. Bazı Nur talebelerinin başlarına gelen sıkıntı verici hâdise hakkında talebelerine, metanetlerinden [gayret, kararlılık] ve her üzücü hâdise altında bir inayet [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] ve rahmet bulunduğuna itikadlarından [inanç] dolayı onlara cesaret vermeye ihtiyaç görmediğini belirtir.

Üstad, Risale-i Nur’un tevakkufu [durağan olma] sebebiyle hiç ilgilenmediği dünyaya bakmak zorunda kalacağı ihtimalinin kendisini endişelendirdiğini ve bundan dolayı manen tehlikeli bir hastalığa yakalandığını ve kardeşlerinin mânevî yardımlarını istediğini yazar.

Risale-i Nur bir cephede tevakkuf [durağan olma] etse bile, onun başka cephelerdeki fütuhatının [fetihler, yayılmalar] o tevakkufun [durağan olma] yerini tuttuğunu ifade eder. Üstad, yanına gelen ve “bizimle ve siyasetle alâkadar” dedi

344

ği önemli bir memura, iman hizmetinin hiçbir şeye alet edilemeyeceğini; Kur’ân hizmetinin kat’î bir surette siyaseti kendilerine yasak ettiğini belirtir.

Son olarak Üstad, Hâfız Ali Efendinin mektubu ve Köroğlu Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] rüyasıyla ilgili dikkat çekici gelişmeleri anlatır.……………….……………….170

93: Risale-i Nur hizmeti Sünnet-i Seniyeye medardır: [kaynak, dayanak] Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Hâfız Ali ve Tâhir Efendilerin müjdeli mektupları, Marangoz Ahmet’in rüyaları ve Hâfız Mehmed’in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur’u okutması gibi hâdiselerin, dağ gibi mânevî ağırlıkları üzerinden kaldırdığını belirtir.

Marangoz Ahmet’in gördüğü rüyalardan birinde Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bulunmasının, yapılan hizmetlerin sünnet-i seniyyesine medar [kaynak, dayanak] olduğuna işaret ettiği yorumunu yapar ve bu münasebetle kendisinin gördüğü rüyayı aktarır. [kuturlar, çaplar; her taraf] Üstad rüyasını, Risale-i Nur’un mânevî muvaffakiyetinin [başarı] resmî makamlarda konuşulmasına sebep olacağı şeklinde yorumlar. Mektubun sonunda Üstad şöyle buyurur:

“Risale-i Nur’a zarar vermeye çalışanlar, onun bütün saldırılar karşısında mağlup olmadan fütuhatına [fetihler, yayılmalar] devam etmesi nedeniyle sulhçu bir tavır takınmaya mecbur kaldılar. Ve yaptıkları hataları bir başkasına yükleyerek onlardan kurtulmaya çalışıyorlar.”……………….……………….173

94: Ta’likat ve Kızıl Îcaz‘ın [az sözle çok mânâlar anlatma] önemi ve Risale-i Nur’la irtibatı: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur’a suikast edenlere ve talebelerine sıkıntı verenlere beddua etmek istediğini, ancak Isparta’daki talebelerine kıyamadığını belirtir.

Habbe, [dane, tohum] Katre, [damla] Şemme, [Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer alan bir bölüm] Hubab gibi Arapça risalelerin Risale-i Nur’un birer çekirdeği hükmünde olduğunu, âlimlerce takdir gördüğünü ifade eder.

Üstad, manzum [düzenli] olan Lemaât Risalesinin de Risale-i Nur parçaları arasına girebileceğini yazar.

Son olarak Üstad, Ta’likat ve Kızıl Îcaz [az sözle çok mânâlar anlatma] adındaki mantık ilmiyle ilgili Eski Said dönemine ait kitaplarının, Risale-i Nur’la bağlanmasını ve şakirtlerinin [öğrenci] âlimler kısmına sunulmasını uygun gördüğünü, zira onların çok derin eser olduklarını belirtir.……………….……………….175

95: Açlık musibetinin sebebi: Şükürsüzlük: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur talebelerinin bir sualine cevap verir. Soru, âhirzamanda açlığın önemli bir rol oynayacağı, geçim sıkıntısının dinî hisleri ya unutturacağı, ya da ikinci, üçüncü dereceye düşüreceği; bu açlığın rahmet ve adalet-i İlâhiye [Allah’ın adaleti] yönünün ne olduğu ve talebelerin bu durumu lehlerine nasıl çevirecekleri hakkındadır.

Açlık musibetinin sebebinin şükürsüzlük olduğunu belirten Üstad, Ramazan orucu gibi dinin bir emrini yerine getirmeyen insanların Âdil ve Hakîm [bilge; bilgili, iyi ahlâklı ve kâmil insan] olan Allah tarafından kıtlıkla cezalandırıldığını vurgular.

Bu musibette Nur talebelerinin vazifesini ise, “Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet [pişmanlık] ve teslimat yapmaya çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir” şeklinde açıklar.……………….……………….176

96: Risale-i Nur telifi [(kitap vs.) yazılması, yaratılması] ihtiyara tabi değildir: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, talebeleri şevke getiren üç ayrı olayı anlatır. Bu hâdiseler şunlardır:

Medrese-i Nuriye [Risale-i Nur’ların okunduğu yerler] talebelerinin Hâfız Mehmed’in zâyi olan kitaplarını yazarak ona vermeyi taahhüt etmeleri; bazı kişilerin Hâfız Ali’ye “Risale-i Nur talebeleri kağıdı bitirdi” demeleri ve Mehmed Zühdü [Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme] Efendinin kitaplarının kendisine iade edilmesi.

Üstad, Sabri Arseven’in Risale-i Nur telifinin [kaleme alma] iki-üç senedir duraklamasıyla ilgili yönelttiği soruya cevap verir.……………….……………….178

97: Zaman, cemaat zamanıdır: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Tâhirî Efendi ve Kâtip Osman’ın mektuplarının endişelerini yok ettiğini belirtir ve onlara dua eder. Onların azim, sebât, ihlâs ve ciddiyetlerinin ehl-i dünya[dünyada yaşayanlar] mağlup ettiğini ifade eder.

Ayrıca İstanbul’da Risale-i Nur’la alâkadar kişilerin çok olduğunu ama adreslerini bilmediğini; İstanbul’dan bir vaizin kendisiyle görüşmek için geldiğini ancak görüşmeden gittiğini, bunun üzerine ona bir mektup yazdığını belirtir. Bu mektupta, onu Risale-i Nur dairesi içinde görmek istediğini; bu zamanda dinsizliğe karşı tek başına durulamayacağını, zamanın şahsiyet ve enâniyet zamanı değil, cemaat zamanı olduğunu ifade eder.……………….……………….179

345

98: Nur dairesi sarsılmaz bir sadakat ve metanet [gayret, kararlılık] ister: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda Hüsrev, Rüştü, Refet [esirgeme, koruma, acıma] ve Isparta’nın Hâfız Ali’sinin ne zaman askerden geleceklerini; özellikle Hüsrev’in kaleminin Nur hizmetine ne zaman katılacağını merak ettiğini yazar.

Yanına Risale-i Nur dairesine girmek isteyen, cesur ancak okuma-yazması olmayan iki kişinin geldiğini, onlara bu dairenin sarsılmaz bir sadakat ve kırılmaz bir metanet [gayret, kararlılık] istediğini; Isparta kahramanlarının harika hizmetlerinin kaynağının onların iman kuvvetleri, ihlâsları ve fıtrî [Allah’ın yaratılışa ait koyduğu kanunlar] cesaretleri olduğunu söylediğini ifade eder.……………….……………….180

99: Tâhir’de bir Lütfi, bir Hâfız Ali, bir genç Said, bir Hüsrev gizli: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, yanına gelen Tâhir Efendiyi bütün talebeleri adına gördüğünü, onda âdetâ bir Lütfi, Hâfız Ali, genç Said, Hüsrev’in gizli olduğunu belirtir. Talebeler tarafından sorulan bir soruya verdiği cevabı, faydası olur düşüncesiyle kendilerine gönderdiğini ifade eder.……………….……………….181

100: Risale-i Nur’un emniyete faydası: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, talebelerinin şu sorusuna cevap verir: Dünya meşgalelerine hiç karışmadığınız, hattâ merak edip takip etmeyerek yalnız iman dersleriyle meşgul olduğunuz halde niçin mahkemeye verildiniz ve niçin zararlı bir siyasetçi gibi muamele görüyorsunuz?

Üstad bu soruya iki açıdan cevap verir

Üstad, emniyet mensuplarının insafla baktıkları takdirde Risale-i Nur’un emniyete ne kadar büyük katkısının olduğunu göreceklerini belirtir. Risale-i Nur’un bu tesirinin, onun iman hakikatlerinden başka bir meseleyle uğraşmaması; kendisinin de dünyayla ilgili, savaş dahil, hiçbir şeyi takip etmemesinden doğduğunu ifade eder. Çünkü Kur’ân’ın iman hakikatlerinin hiç bir şeye alet edilemeyeceğini ve Risale-i Nur şakirtlerinin [öğrenci] de bunu esas edindiklerini belirtir.

Üstad, kendisinin şan ve şeref ile makam sahibi olmaktan mesleğinin gereği olarak kaçtığını yazar. Bu tür dünya meşgaleleriyle uğraşmayan bir insana küçük şeyleri bahane ederek sıkıntı vermenin insafsızlık ve mânâsızlık olduğunu ifade eder……………….……………….181

101: Risale-i Nur’un mânevî galebesi: [üstün gelme] Üstad Bediüzzaman bu mektupta, yaşanılan tutuklanma hâdisesinin ardından gelen beraatı Risale-i Nur’un mânevî bir galibiyeti olarak vasıflandırır. Hemen ardından bu gelişmeyle zâlimâne ve zulümkârâne perdelerin parçalandığını ifade eder. Ayrıca, hizmetteki iki aylık duraklamanın da, daha geniş dairede Risale-i Nur’un yayılmasına vesile olduğunu yazar. Üstad, tutuklanan talebelerin serbest bırakılmasının onların yüksek derecedeki sadakat, ihlâs, metanet [gayret, kararlılık] ve tesanütlerinden [dayanışma] kaynaklandığını belirtir.……………….……………….183

102: Talebelerin memurlukla Nurlardan uzaklaştırılması: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, talebelerinin üç aylarını ve Regaib Kandillerini tebrik ettikten sonra, talebelere sıkıntı veren zalimlerin saldırı şekillerini değiştirdiklerine dikkat çeker. Dost gibi görünerek, talebeleri memurluk işleriyle Risale-i Nur’dan uzaklaştırmaya çalıştıklarını belirtir. Üstad Bediüzzaman, bu saldırının öncekilerden daha zararlı olduğunu ifade eder.

Bulundukları yerdeki bir liseye Risale-i Nur’dan birkaç parçanın girdiğini ve etkili olduğunu belirtir. Üstad lise için hazırlanan bir Risale-i Nur derlemesini, bir cilt yaparak talebelerinin de kullanabileceğini ifade eder.……………….……………….184

103: Takva ve amel-i salihin [Allah için yapılan iyi işler] tarifi ve önemi: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Kur’ân-ı Hakîmin [her âyet sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân] imandan sonra, en mühim esas olarak takvâ ve salih ameli gösterdiğini belirtir. Hem günahlardan kaçmanın sevap kazanmaktan da önce geldiğini; bir haramı terk etmenin yüzlerce sünnete karşılık olan bir vacibin yerine geçtiğini ifade eder.

Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerinin günahlardan kaçtıkları takdirde yüzlerce sünneti yerine getirmiş sevabı alacaklarını ifade eder ve bunun onların en önemli vazifesi olduğunu belirtir.

Toplum hayatını yöneten en önemli unsurların hürmet ve merhamet olduğunu; ancak bu hususta ihtiyarların ve anne babaların hukuklarının zayi edildiğini belirtir.

Ayrıca, dinsizlerin ahlâkta ve hayatta meydana getirdikleri bozulmalara karşı, Risale-i Nur ve talebelerinin tamir edici rol oynadıklarını ve bu mücadelede çok sevap kazandıklarını ifade eder.

Mektubunda son olarak Üstad, ihlâstan sonra en büyük kuvvetlerinin, “iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturuyla [kâide, kural] kalemlerle, herbirinin a’mâl-i saliha [Allah için yapılan iyi işler] defterine hasenat yazdırdıkları gibi; lisanlarıyla, herbirinin takvâ kalesine ve siperine kuvvet ve imdat göndermek” olduğunu belirtir.……………….……………….185

346

104: Tarafgirlik duygusu zulme ortak yapar: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Emin Efendinin kendisine istemediği halde Rusya’nın Kafkaslarla olan mücadelesi hakkında bilgi verdiğini ve nefsinin bu olayı merak ederek bakmak istediğini söyler. Daha sonra nefsine, bakmaması için yeterli olacak şu ihtarın yapıldığını yazar:

“Böyle olaylara bakıldığı takdirde bir tarafa tarafgirlik uyanır ve çok mâsumların hukuklarının zayi olduğu bir zamanda bu, zulme rıza göstermek demektir. Zulme rıza göstermek ise bir başka zulümdür.” Bu ihtara binaen Risale-i Nur şakirtlerinin [öğrenci] böyle olaylarla meşgul olmasının uygun olmadığını, kendi nefsinin de bu ihtar karşısında ikna olduğunu belirtir.

Üstad, Risale-i Nur’un Isparta’daki muvaffakiyetinin [başarı] zındıkları şaşırttığını, buna karşılık perde altından şeytanca, Kur’ân’ın ve Hazret-i Peygamberin (a.s.m.) azamet ve haşmet-i mâneviyelerini kırmak için bir eser yayınladıklarını ifade eder. Bu eserin Risale-i Nur’u tanımayanlara çok zarar verdiğini, talebeleri de meraklandırarak vesveseye düşürdüğünü belirtir.

Üstad talebelere, bu saldırı karşısında uyanık durmalarını ve hizmetlerini arttırmalarını tavsiye eder.……………….……………….187

105: Zındıkların tesanüdü [dayanışma] bozma çabaları: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektubunda, sebat [kalıcı olma, sabit kalma] ve ihlâslarıyla elde ettikleri başarılarından sonra din düşmanlarının cepheyi değiştirdiklerini; dikkatle ve şeytanca, talebeler arasındaki dayanışmayı bozmaya çalıştıklarını ifade eder. Fakat herhangi bir zarar veremeyeceklerini; yine de ihtiyat[dikkat, tedbir] ve dikkatli olunması gerektiğini ifade eder.

Üstad, risalelerin kurtulmasına hizmet eden Burhan [delil] Efendiye, diğer çalışanlara ve mahkeme üyelerine teşekkür ve dua eder.……………….……………….190

106: Yirmi Beşinci Sözün sonuna Lemeât [Lem’alar isimli eser] Risalesinin eklenmesi: [yeme] Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Yirmi Beşinci Söz olan Mu’cizat-ı Kur’âniye’nin son kısmının kısa yazıldığını ve bu yüzden daha önce onun son kısmına bazı lâhikalar eklendiğini [yeme] yazar. Kastamonu Lâhikasına da Lemeât [Lem’alar isimli eser] Risalesinin girmesinin uygun olacağını belirtir.……………….……………….191

107: Risale-i Nur’un fütuhatının [fetihler, yayılmalar] devam etmesi: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur’un fütuhatının [fetihler, yayılmalar] her tarafta artarak devam ettiğini; ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] hilelerinin onu durduramadığını belirtir.

Hâfız Ali Ergün’ün mektubundaki duasının onun sadakatinden ileri geldiğini; kendisi hakkındaki hüsn-ü zannını [güzel düşünce] Risale-i Nur hesabına kabul ettiğini ifade eder.……………….……………….192

108: Geçim sıkıntısı âhiret işlerini ikinci dereceye bırakır: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Ramazandaki mânevî ve uhrevî çalışmalarıyla talebelerinden kendisinin yardımına koşmalarını rica [ümit] eder.

Geçim sıkıntısının âhiret işlerini ikinci dereceye bıraktığını yazar; talebelerin bu sıkıntıya kanaat ve iktisatla mukabele [karşılama; karşılık verme] etmelerini tavsiye eder.……………….……………….193

109: Hakikî gençlik Nur talebelerinin gençliğidir: Üstad Bediüzzaman bu mektupta talebelerinin Ramazanını tebrik eder; ümmet-i Muhammed’in (a.s.m.) selâmeti ve Risale-i Nur talebelerinin muvaffakiyeti [başarı] için dua eder.

Ayrıca, Süleyman Rüştü’nün geldiği müjdesini aldığını ve memnun olduklarını belirtir. Hasan Âtıf’ın, Demirci Mehmet’e yazdığı mektubun, yakınındaki talebeleri ihlâs noktasında etkilediğini yazar.

“Gençlere bir ihtarname” adında bir fıkra[bölüm] gönderdiğini yazan Üstad, bu fıkrayla [bölüm] gençlerin şu hakikati göreceklerini ifade eder: “Hakikî ve zevkli gençlik, Risale-i Nur’un genç şakirtlerinin [öğrenci] gittikleri istikametteki [doğru] gençliktir.”……………….……………….194

110: Birkaç bîçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır: Üstad Bediüzzaman, bir gün yanına parlak birkaç genç geldiğini belirtir. Hayat, gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, bazı tavsiyelerde bulunduğunu söyler ve şunları söyler:

“Gençlik mutlaka gidecektir. Eğer meşru dairede kalınmazsa, bu gençlik zayi olacaktır ve dünyada, kabirde ve âhirette belâlar ve elemler getirecektir. Eğer İslâmiyetin terbiyesiyle o nimete karşı bir şükür olarak iffet, namusluluk ve taatte [Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma] sarf edilirse, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazandıracaktır.”……………….……………….195

347

111: Risale-i Nur hakkındaki bir itiraza verilen cevap: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur şakirtlerinin [öğrenci] zayıf kısımlarına zarar veren, ihtiyar bir zat tarafından yapılan bir itiraz hakkında, gelebilecek benzer itirazların da önünü kesecek bir hakikati açıklamaya mecbur kaldığını belirtir.

Üstad, Kur’ân-ı Kerimin Risale-i Nur’a işaret etmesinin onun i’cazının [mu’cize oluş] ve belâgatının [belâgat ilmi; sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına uygunluğunu tespit eden ilim] gereği olduğunu belirtir. Bu işaretleri otuz üç âyette gördüğünü ve şakirtlerine [öğrenci] gösterdiğini söyleyen Üstad, bununla “âyetlerin sarih [açık] mânâsının kesinlikle bu çıkartılan mânâlardır” demediklerini belirtir. Âyetlerin birçok mânâ tabakası olduğunu, çıkartılan mânâların da bu tabakalardaki mânâlardan birine ait olduğunu ifade eder. Ayrıca, Risale-i Nur’a yapılan işaretlerden hiçbirini nefsine almadığını belirtir.

Bu itirazı yapan kişinin İmam-ı Rabbânî’nin (r.a.) bir talebesi olarak yardımına koşması gerektiğini yazar. Onun zihninde oluşan bu kötü hali tamir etmesini; duası ve etkili nasihatiyle yardıma koşmasını rica [ümit] eder.……………….……………….198

LEMEÂT: [Lem’alar isimli eser] Nazma [diziliş, tertip] benzer şekilde kaleme alınmış, Risâle-i Nur Külliyatı’nın çekirdeği hükmünde olan bir risale.……………….……………….203

112: Kadir gecesini ihlâs, tesanüd [dayanışma] ve iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturu [kâide, kural] ile kazanmak: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, herbir sadık talebenin Kadir gecesinin o çok büyük sevabını ihlâs, tesanüd [dayanışma] ve iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturlarıyla [kâide, kural] elde edeceğini belirtir. Bunun için Ramazanda bütün talebelerin, “Bizi mükafatlandır, bize merhamet et, bizi bağışla…” şeklinde, “biz” zamiriyle dua etmesi gerektiğini ifade eder.……………….……………….223

113: Virdü’l-âzam-ı [devamlı yapılan zikir] Kur’ânînin basılması: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, virdü’l-âzam-ı [devamlı yapılan zikir] Kur’ânî’yi tab [basma] eden Tahirî Efendi ve Risale-i Nur dairesindeki talebeleri tebrik eder. Bu virdin [devamlı yapılan zikir] basılmasında, hem baskı hem sevap cihetinden iki büyük emrin bulunduğunu yazar……………….……………….224

114: “Said başka eserleri beğenmiyor” iddiasına cevap: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, zaman zaman kendilerine ilişildiğini, ancak her bir saldırının Risale-i Nur’un fütuhatının [fetihler, yayılmalar] parlamasına bir vesile olduğunu belirtir. Bu kişilerin şimdi de bazı hocaları ve sofuları kandırarak Risale-i Nur’dan soğutan yeni bir desise [hile, aldatma] bulduklarını yazar. “Said yanında başka kitapları bulundurmuyor; demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazâlî’yi de (r.a.) tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor” diyerek onları kendisinden soğuttuklarını ifade eder.

Üstad, o büyük üstadlarını beğenmemek şöyle dursun, onların takip ettiği yolu korumayı vazife edindiğini; ancak zaman ve zeminin onların eserlerinden çok, Risale-i Nur gibi, hakikatlere kısa yoldan ulaşan bir esere ihtiyacı olduğunu belirtir.

Son olarak, Âtıf Efendinin gösterdiği büyük fedakarlıktan ve onun halis bir talebe oluşundan bahseder.……………….……………….224

115: Riyaya sevk eden sebepler: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Isparta’da İhlâs Lem’alarının [parıltı] intişara [açığa çıkma, yayılma] başlaması ve bir iki hâdiseden dolayı riya hakkında üç noktayı belirtir.

İlk olarak, farz ve vaciplerde şeâir-i İslâmiyede [İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler] ve sünnet-i seniyenin ittibâında [tâbi olma, bağlanma] ve haramların terkinde riyanın bulunmadığını ifade eder.

İkinci olarak, riyaya yönelten üç unsuru yazar. Bunların iman zayıflığından gelen esbaba perestij etme; fakirlikten gelen hırs ve tamah; şöhret ve makam sevgisinden gelen lâyık olmadığı makamlarda kendini görme ve kendine aşırı [Kur’ân-ı Kerimin on âyetlik bir bölümü] derecede ehemmiyet verme olduğunu açıklar. Risale-i Nur talebelerinin Risale-i Nur’dan aldıkları tahkikî imanla ubudiyet [Allah’a kulluk] cihetinde sebeplere ve insanlara ehemmiyet vermediklerini; Risale-i Nur’dan aldıkları izzet-i imaniye [imanın gerektirdiği vakar [ağırbaşlılık] ve izzetli davranış] dersiyle iktisat, kanaat ve tevekkül etmekle riyadan kurtulduklarını belirtirler. Yine riya sebebi şöhret ve makam sevgisinde ise, enâniyetlerini bırakıp “ben” yerine “biz” diyerek şahsiyetlerini kardeşlerinin şahs-ı mânevîlerinde [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] eritmekle kurtulduklarını ifade eder.

Üçüncü olarak, dinî görevi olan kişinin hüsn-ü kabul [güzel kabul görmek] ettirmesi ve o makamın gereği olarak davranmasının riya olamayacağını ifade eder. Risale-i Nur talebelerinin hizmetle vazifeli sayıldıklarını, bu açıdan inşallah riya içinde olmayacaklarını belirtir.……………….……………….226

116: Küçük Hüsrev Feyzi’nin bir istihracıdır: [çıkarma] Küçük Hüsrev Feyzi, Zümer Sûresinin 39. âyeti olan “Allah kimin kalbini İslâma açmışsa, o kimse Rabbinden bir nur üzere değil midir?” âyetinin mânâ-yı işârî [asıl anlamın dışında işaret edilen diğer anlam] tabakasının külliyetine Risale-i Nur ve tercümanının da dahil olduğunu belirtir. Üstadının yirmi beş senedir her zaman, “Allah’ım, göğsümü îmâna ve İslâma aç” şek [şüphe]

348

linde dua ettiğini ifade eder. Bu âyetin gösterdiği tarihlerle Üstadının durumunun aynen tevafuk ettiğini yazar.

Mâide [Kur’ân-ı Kerimin 5. sûresi] Sûresinin 15. âyeti olan “Gerçekten size bir nur ve hakkı ap açık bildiren bir kitap gelmiştir. Allah o kitap vasıtasıyla selâmet [huzur] yollarına eriştirir” âyetindeki kudsî [her türlü kusur ve noksandan uzak] mefhumunun [anlam] fertlerinden bu asırdaki bir ferdinin Risale-i Nur olduğunu belirtir.……………….……………….229

117: Zamanın müceddidi, [yenileyici; hadîs-i sahih ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] olan âlim zât] bir şahs-ı mânevî [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] olabilir: Emin, Feyzi, Kâmil Beylerin Hoca Haşmet’e yazdıları ve Üstad Bediüzzaman’ın görüşlerini ihtiva eden bir mektuptur. Üstad, Hoca Haşmet’in kendisinin zamanın müceddidi [yenileyici; hadîs-i sahih ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] olan âlim zât] (yenileyici) olduğunu söylemesi üzerine, müceddidin [yenileyici; hadîs-i sahih ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] olan âlim zât] bir kişi değil, bir şahs-ı mânevî [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik] olabileceğini açıklar. Yirmi seneden beri dalâlete [doğru yoldan sapmak, inkârcılık, inançsızlık] karşı tam bir fetih gerçekleştiren Risale-i Nur ve talebelerinin bu müceddidlik [yenileyici; hadîs-i sahih ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi [Bâki olan, herşeyin gerçek sahibi ve vârisi olan, herşeyin mülkünü elinde tutan Allah] olan âlim zât] vazifesini yerine getirdiğini belirtir. Dinde, sosyal hayatta ve siyasette bir yenilenmeye ihtiyaç olduğunu belirten Üstad Bediüzzaman, en ehemmiyetli ve ilk sırada olması gerekenin iman hakikatlerinin muhafazasındaki tecdid [yenileme] vazifesi olduğunu vurgular.……………….……………….233

118: Risale-i Nur ve talebeleri hakkında gıybet: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, “Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurât Sûresi, 49:12) âyetinin ebced, cifir ve mânâ-yı işârî [asıl anlamın dışında işaret edilen diğer anlam] yönüyle, 1351-61 (1932-42) tarihleri arasında dehşetli bir gıybetin meydana geleceğini haber verdiğini ve bunun Risale-i Nur talebeleri hakkında vuku bulduğunu belirtir ve bu hâdisenin ne olduğunu şu sözleriyle anlatır:

“Yüzer emare ve karinelere [bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu, işaret] istinaden inayet-i ilâhiyeden geldiğine kat’î bir kanaatle işârât-ı Kur’âniyeden [Kur’ân’ın işaretleri] bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına bir tesellî niyetiyle beyan ettiği için, onu gıybet ve galiz tabiratla [tabirler, ifadeler] teşhir etmek; mâsum şakirtlerini [öğrenci] ondan tenfir [nefret ettirme] etmek ve bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla galiz tabirlerle zemmetmektir.” [ayıplama, kötüleme]

Mektubunun devamında ise, bu gaybî haberin Risale-i Nur’a baktığını gösteren üç emareyi zikreder.……………….……………….235

119: Açlığı kanaat, iktisat ve riyazetle karşılamak: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, üç ayrı konudaki düşüncelerini açıklar.

Mektubuna, “yeni İstanbul hâdisesi” diye adlandırdığı hâdisenin İlâhî [Allah tarafından olan] adalet ve rahmet yönlerini anlatarak başlar. Bu olayın rahmet yönünün, ehl-i ilim [ilim ehli olanlar, âlimler] ve ehl-i dikkati [dikkat sahibi insanlar] ciddiyetle Risale-i Nur’a bakmaya sevk etmesi olduğunu ifade eder. Adalet yönünde ise, talebelerin Üstadlarına olan aşırı [Kur’ân-ı Kerimin on âyetlik bir bölümü] hüsn-ü zannını [güzel düşünce] bahane ederek bunu inkılâpçı [değişen] bir siyaset-i İslâmiye [İslâm siyaseti, idaresi] olarak gösterme ihtimalleri olduğu bir zamanda, kaderin adalet ederek dost çevrelerden bir muarız [itiraz eden, karşı gelen] çıkarttığını ve bu ihtimali izale [giderme] ettiğini belirtir.

Daha sonra, yaşanan pahalılığın kıtlık sebebiyle herkesin hakikatlerden çok, midesini düşünmeye başladığına işaret eden Bediüzzaman, Risale-i Nur talebelerinin bu musibeti kanaat ve iktisatla hayırlı bir riyazete dönüştürebileceklerini belirtir.

Son olarak, eski fetvâ emini Ali Rıza Efendinin kendisi hakkındaki düşüncelerini ve sunduğu bazı tavsiye ve duaları nakleder.……………….……………….237

120: Risale-i Nur ve talebelerinin şahs-ı mânevîsi [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik]Ferid[üstün, eşsiz, sahasında tek, yektâ] [eşsiz] makamına mazhar: [erişme, nail olma] Üstad Bediüzzaman bu mektubuna, iki veli veya iki ehl-i hakikatin [bir meselenin hakikatini ve gerçek yönlerini bütün yönleriyle araştırarak elde eden kimseler] birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut [alçalış, düşüş] etmeyeceğini ifade ederek başlar. Risale-i Nur’a ve talebelerine ehl-i hak tarafından itiraz geldiğinde onlara öfkelenmeden, itiraza sebep olan noktaları izah etmeleri gerektiğini vurgular.

İstanbul’da meydana gelen itiraz hâdisesinin ileride, nefislerini tam öldürmemiş tarikat ehlinin, mesleklerinin revacı [kıymet, değer] için Risale-i Nur’a itiraz edeceğini gösterdiğini belirtir. Bu durumda, Risale-i Nur talebelerinin sarsılmayarak tartışmaya girmemelerini ve itiraz edenlerin reislerini çürütmemelerini tavsiye eder.

Risale-i Nur ve talebelerinin şahs-ı mânevîsinin [belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik]Ferid[üstün, eşsiz, sahasında tek, yektâ] [eşsiz] makamına mazhar [erişme, nail olma] olduğunu, bu yüzden hiçbir kutbun dairesi altına girmeye mecbur olmadığını belirtir. Hattâ Mekke-i Mükerremedeki kutb-u âzamdan [en büyük kutup; [esas, önder, direk, eksen] Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan zamanın en büyük mürşidi] dahi itiraz gelse talebelerin sarsılmamalarını, bu itirazı değerlendirip, o büyük üstadlarına hürmetlerini göstermelerini ister.

Bu zamanın dehşetli bir hastalığının, dünyanın geçici şeyleri karşılığında âhireti feda etmek olduğunu, bu hastalığa kapılan bazı mü’minlerin ehl-i dalâlete [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] taraftar çıktıklarına dikkat çeker……………….……………….241

121: Fütur [usanç] vermek ve geçim sıkıntısı çekmek hizmetten alıkoyar: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur’un yayılmasına ve fetihlerine karşı gelen biri semavî, diğeri arzî iki

349

musibetin vuku bulduğunu belirtir. Arzî olanın, ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] Kastamonu havalisindeki halis talebelere fütur [usanç] vermelerinden dolayı başka meşgalelerle onları hizmetlerinden alıkoymak olduğunu belirtir. Semavî olanın ise, ihtikar neticesinde meydana gelen geçim sıkıntısının bazı talebelerin hizmetlerini bırakmalarına sebep olduğunu ifade eder.

Risale-i Nur’un hakikatlerine gıdaya ihtiyaç duyulması gibi ihtiyaç olduğunu ve onun bu özelliğinin onu çok işlettireceğini söyler.……………….……………….244

122: Beş erkân-ı İslâmiye [İslâmın esasları] ve vücub-u zekât [zekâtın farz oluşu] rüknü: [esas, şart] Üstad Bediüzzaman’ın Hâfız Ali Efendi ile diğer Isparta talebelerine hitaben yazdığı mektubudur. Üstad, Hâfız Ali Ergün’ün Birinci Şuâdan yola çıkarak beş erkân-ı İslâmiye [İslâmın esasları] ile alâkalı ve vücub-u zekât [zekâtın farz oluşu] rüknünün [esas, şart] risalelerde izah ediliş şekline ait iki sorusuna cevap verir.

Ayrıca Üstad, Şükrü Efendinin iki evladının vefat etmesinin kendisini çok üzdüğünü; ancak her ikisinin de Cennete gittiklerini belirterek hem onları, hem de anne babasını tebrik ettiğini söyler. Veli Efendinin vefat eden anne ve babası için de, onları dualarına katacağını belirtir……………….……………….246

123: İslâmköylü hocaların Risale-i Nur’la alâkası: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nurşakirtlerinin tam bir metanet [gayret, kararlılık] ve tesanütte [dayanışma] olmaları gerektiğine dikkat çeker.

Hüsrev Altınbaşak’ı hizmete tekrar başlamasından dolayı tebrik eden Üstad, ona bir buçuk sene maddî olarak kalemiyle hizmet edememesinden dolayı üzülmemesini belirtir. Çünkü, daha önceden yazdığı risale ve Kur’ân’ın ona çok sevap kazandırdığını vurgular.

Hâfız Ali Ergün’ün İslâmköyü’ndeki hocaların Risale-i Nur’a muhabbet etmeye başladıklarını haber verdiğini ve kendisinin de bundan çok memnun olduğunu ifade eder. İslâmköyü’nü ve hocalarını kendine çok yakın bulduğunu ve Risale-i Nur fabrikasının onların insafı ve dostluğuyla kurulduğunu yazar.

Son olarak, Sabri Arseven’e annesinin vefatından dolayı taziyede bulunur. Annesini, kendi annesi gibi gördüğünü ifade ederek, onu mânevî kazancına katacağını belirtir.……………….……………….247

124: Maişet [geçim] peşinde koşmak yerine hizmette ciddî çalışmak: Üstad Bediüzaman bu mektubunda, Risale-i Nur hizmetiyle uğraştığı zamanlarda kalbinde, bedeninde, dimağında [akıl, beyin] ve maişetinde [geçim] bir bereket, bir suhulet [kolaylık] olduğunu; aynı durumu birçok talebeden de işittiğini belirtir. Ayrıca, bu zamanda hâlis talebe-i ulûma [ilim talebeleri] mazhar [erişme, nail olma] olan Risale-i Nur talebelerinin, berekete de mazhar [erişme, nail olma] olacaklarını ifade eder. Bu yüzden maişet [geçim] peşinde koşmak yerine, başkalarının imanını kurtarmak vazifesiyle hizmete ciddî çalışmaları gerektiğini ifade eder.

Üstad ikinci olarak, ehl-i takva ve ehl-i ilimle [ilim ehli olanlar, âlimler] dostâne, fakat uzaktan ve dikkatli bir ilişkinin mühim olduğunu belirtir.

Son olarak, baba oğul olan Ahmed [çokça medhedilen, övülen] Nazif [temiz, pak] ve Salâhaddin Çelebiler’in, “Risale-i Nur’un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz” şeklinde hizmetlerinden övgü ile bahseder……………….……………….249

125: Salâhaddin Çelebi’nin bazı tavsiyeleri: Salâhaddin Çelebi’nin mektubudur. Çelebi, “Risale-i Nur tarikat değil, hakikattir” der ve risalelerin Kur’ân’dan süzülen bir nur olduğunu anlattıktan sonra, risaleleri yazmaktan çekinen bazı talebelere korkmamalarını tavsiye eder.

Risaleleri bulmak için evlerin aranmasına sebep olan şeyin, ihtiyat [dikkat, tedbir] düsturuna [kâide, kural] uyulmaması olduğunu belirtir. Nur hizmetinin Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) tarafından korunduğunu ifade eder. Risale-i Nur’a sık sık ilişildiğine, ama hiçbir zararın meydana gelmediğine dikkat çeker.……………….……………….250

126: Mânevî hasâretlerden [zarar] kurtulmanın çaresi: İman ve amel-i salih: [Allah için yapılan iyi işler] Üstad Bediüzzaman bu mektupta, 30 Teşrin-i Sâni [Kasım ayı] 1358 (Kasım 1939) tarihinde Karadağ’a çıkarken zihnine gelen, “İnsanların, özellikle Müslümanların bu silsile halinde devam eden helâketleri [mahvolma] ve hasâretleri [zarar] ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?” sorusunun cevabı için Kur’ân-ı Kerime bakar ve Asr [ikindi] Sûresinin karşısına çıktığını yazar. Hürriyet inkılâbıyla [değişim, devrim] başlayan saltanatın kaldırılması, Balkan ve İtalyan harpleri, Birinci Harb-i Umumî [Birinci Dünya Savaşı] mağlûbiyetleri… gibi yaşanan hasâretlerin [zarar] bu sûrede 1324 (1906) yılına işaret ettiğini belirtir.

Mânevî helâket [mahvolma] ve hasâretlerden [zarar] kurtulmanın çare-i yegânesinin [tek çare] iman ve salih amel olduğunu belirtir. Fakirlerin çektikleri acı ve açlığın sebebini oruç tutmamalarına; zenginlere gelen hasâret [zarar] ve zayiatın sebebini zekâta riayet etmemelerine bağlar. Anadolu’yu da savaş meydanı olmaktan kurtaranın Risale-i Nur olduğuna işaret eder.……………….……………….252

350

127: Mânevî tahribata karşı büyük bir cemaat 200 sene mücadele edecek: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Asr [ikindi] ve Fatiha [açılış kısmı, baş, baş kısım] Sûreleri ile “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar [yani kıyâmetin kopmasına kadar] galibâne hak üzerinde devam edecektir” hadis-i şerifinden ebced ve cifir hesabına göre çıkarttığı mânâyı açıklar. Buna göre, büyük bir topluluk iman ve amel-i salihle [Allah için yapılan iyi işler] beraber, mânevî büyük bir yıkıma karşı iki yüz küsur sene mücadeleye devam edecektir.……………….……………….254

128: Isparta, mânevî Medresetü’z-Zehrâ’dır: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, yıllardır Medresetü’z-Zehrâ’yı gaye-i hayal [hayal edilen gaye] ederek çalıştığını, Cenâb-ı Hakk [Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah] merhametiyle Isparta’yı bir mânevî Medresetü’z-Zehrâ hükmüne getirerek, Risale-i Nur’la hizmet ettirdiğini anlatır. Hangi Ispartalıyı tanısa, kendisiyle ve Risale-i Nur’la ciddî alâkalı olduğunu söyleyerek nazarındaki değerini dile getirir.

Risale-i Nur’un yayıldığı her yerde fütuhatına [fetihler, yayılmalar] plânlı bir şekilde tecavüz edildiğini; bu tecavüzlerin yüzlerce hâdisede olduğu gibi kıtlık ve yağmursuzluğa sebep olduğunu belirtir.……………….……………….255

129: Zalimlerin boğuşmalarına bakmak, zulme ortak eder: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, talebelerin iki sorusuna cevap verir. İlk soru, Risale-i Nur’un yayılması, hizmeti ve İslâm âleminin yararı için dünyaya bir parça bakması gerektiği halde on üç aydır niye bakmadığı hakkındadır. Cevap olarak Üstad, zalimce boğuşmalara bakmanın kişiyi, taraftarlık hissini uyandırarak zulümlere ortak edeceğini belirtir. Zındıkanın baskısından kurtulmak için onun aksi cereyanına taraftar olmanın bir çare olduğunu; fakat şimdiye kadar bu taraftarlığın bir fayda vermediğini, hattâ çok zararının dokunduğunu ifade eder.

İkinci soru ise,Fatiha Sûresinin âhirindeki sırat-ı müstakim [dosdoğru yol] ashabının, hadiste gösterilen âhirzaman mücahidlerinin ve Asr [ikindi] Sûresinde işaret edilen özel bir şahsın, Risale-i Nur’un has şakirtleri [öğrenci] olduğuna delilin ne olduğu ile ilgilidir. Üstad buna, Risale-i Nur’un dinsizliğe bir daha meydan vermeyecek şekilde yaptığı iman hizmetinin delil olduğunu yazar.……………….……………….256

130: Risale-i Nur’un bir vazifesi Kur’ân harflerini korumaktır: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Nur fabrikasındaki kararlar; Lâhikalardaki fıkraların [bölüm] düzenlenmesi; gençlere dair risalelerin basılması; Risale-i Nur’un bir vazifesinin de Kur’ân harflerini korumak olması gibi farklı konulara değinir.……………….……………….259

131: Bu âlem haşri zımnî ve perdeli gösteriyor: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Hâfız Ali Efendinin haşr-i cismanî [bedenle birlikte diriliş] hakkındaki mektubunun önemli olduğunu ve kendisinden Dokuzuncu Şuâın mukaddeme-i haşriyeden sonraki dokuz burhan-ı haşriyeyi yazmasını istediğini belirtir. Bunun üzerine, Risale-i Nur’un ihtiyar ve iradeyle değil, mânâların kalpte [sahte para] doğmasıyla oluştuğunu belirtir.

Risale-i Nur’da Allah’a ve âhiret gününe (Haşre) imanın, iman rükünleri [esas, şart] içinde iki güneş olduğunu, Risale-i Nur’un Allah’a imanı bütün burhanlarıyla [delil] izah ettiğini anlatır. Âhiret gününe imanı ise, bazı risalelerle özel olarak işlediğini, ancak çoğunlukla bu dünyadaki mevcudatın [var edilenler, varlıklar] bu hakikati doğrudan göstermemesinden dolayı, diğer iman hakikatlerinin içerisinde ispat ettiğini ifade eder: “Çünkü bu âlem-i şehadet, [görünen alem] Sâniini [her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah] gayet sarih [açık] ve zahir gösteriyor ve haşri, zımnî ve perdeli haber verir.”

Üstad ayrıca, diğer iman rükünlerinin [esas, şart] de haşre [insanların öldükten sonra âhirette diriltilip muhakeme için Allah‘ın huzurunda toplanması] nasıl delil olduğunu kısaca anlatır. Dokuzuncu Şuâdaki burhanları [delil] da, ileride bir veya birkaç talebenin Onuncu Sözden daha parlak surette tamamlayacağını belirtir.……………….……………….260

132: Şerlerden hayır çıktığının izahı: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, “Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır” (Bakara Sûresi, 2:216.) âyetinden yola çıkarak çok defa meydana gelen taarruz ve tevakkufların [durağan olma] hayır olduğunu, bunların içinde bir yardımın ve bir korumanın bulunduğunu belirtir. Bunun işareti olarak insanların, “iki büyük ameliyat” olarak nitelendirdiği iki musibete maruz kaldıklarını, ancak Risale-i Nur’un bundan etkilenmediğini söyler. Bunlardan birinin, zalim insanların gösterdikleri baskılar ve zulümler; diğerinin ise, kader-i İlâhinin [İlâhi kader, Allah’ın kader kanunu] adaleti olarak görünen, zekâta riayet etmemenin meydana getirdiği geçim sıkıntısı olduğunu ifade eder. Her iki musibetten de Risale-i Nur’un korunduğuna dikkat çeker.

Üstad Bediüzzaman, matbaacıların risaleleri basmaktan çekinmeleriyle büyük bir hayrı kaybettiğini, zaten talebelerin gayretlerinin onlara ihtiyaç bırakmadığını belirtir. Bu yüzden, yirmi otuz talebeyi bununla görevlendirerek, eski harflerle risalelerin yazılmasını ister.……………….……………….262

351

133: Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Nur’un hak olduğuna işaret eden mahrem bir risaledir: Üstad, bu risalelerin mahrem olduğunu, vefatından sonra yayınlanmasına ve şu an için de ancak insaflı has talebelere gönderilmesine izin verdiğini ifade eder.

Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesinin, bir çok yönden Risale-i Nur’un hak olduğunu gösteren işaretleri ihtiva ettiğini belirtir.……………….……………….263

134: Dört mektuba cevap: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, talebeleri Kâtip Osman, İbrahim, Hâfız Ali ve Sabri Efendilerden gelen mektuplardan çok memnun olduğunu belirtir.

Kâtip Osman’ın mektubunda, Sıddık Süleyman ve Rüştü Efendilerin gelmeyi çok arzuladığını yazdığını söyler. Üstad, kendisinin de bunu çok istediğini, ancak gelmemelerinin çok daha uygun olacağını ifade eder.

Hâfız Ali’nin mektubundaki duaya, onun mükemmel samimiyetini şefaatçi yaparak “Amin” dediğini belirtir.

Üstad Bediüzzaman son olarak, mübarekler köyünden İbrahim’in mektubunu okuduğunu, onun gördüğü rüyanın kendisini çok sevindirdiğini yazar.……………….……………….264

135: Risale-i Nur aklı inkardan kurtarıp tesellî verir: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, Risale-i Nur’un, aklı inkârdan ve tereddütlerden kurtararak insanların şu zamanda en çok muhtaç olduğu teselliyi verdiğini belirtir.

Üstad, dünyevî hâdiseleri önceden gördüğünü, ancak farklı şekillerde yorumladığını yazar. Meselâ, Eski Said’in, “Bir nur âlemi göreceğiz” ifadesini siyaset âleminden beklediğini belirtir. Yine aynı şekilde, “Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müthiş tokat yiyecekler” tespitini de dar dairede zanneder.

Ancak, bu şekildeki belirsizliklerin Risale-i Nur’un burhanlarında [delil] olmadığını, onların yorumsuz tam hakikat çıktığını ifade eder.

Son olarak, Refet [esirgeme, koruma, acıma] ve Rüştü Efendilerin hizmetlerinin devam ettiği haberini aldığını ve bundan dolayı çok sevindiğini yazar.……………….……………….265

136: Risale-i Nur dostlara tiryak, [derman, ilaç] düşmanlara saika [sebep, sevk etme] olur: Emin ile Feyzi Efendilerin yazdığı mektuptur. Risale-i Nur’a dost olanların ve ona çalışanların geçimlerinde bereket olduğunu, ancak düşmanca tavır alan ve onu engellemeye çalışanların büyük tokatlar yediklerini anlatırlar. Mektubun devamında, birkaç kişinin aleyhte plân yapmalarından üç gün sonra, dükkanlarının yanması; talebeleri hapse sokmak için uğraşan bir casusun birkaç gün sonra iki yıl süreyle hapse mahkum edilmesi gibi tokatlara örnekler verirler.……………….……………….268

137: Hizmette mazhar [erişme, nail olma] olunan suhulet [kolaylık] ve tevafuklar: Hâfız Tevfik, [başarı] Mehmed Feyzi, Emin, Hilmi ve Kâmil Efendilerin fıkrasıdır. [bölüm] Üstad Bediüzzaman’ın yardım ve kolaylığa mazhar [erişme, nail olma] olduğuna ve tevafukun Risale-i Nur’un kerametinin [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] bir mâdeni olduğuna delil olarak, bir-iki gün içinde meydana gelen Rabbanî [her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’a ait] yardımın örneklerinden beş-altısını anlatırlar.

Bu hâdiselerin içinde, Bediüzzaman’ın bir hizmet için bir çocuğu bulmak üzere kapısını açtığı anda, o hizmeti yapabilecek üç talebesini kapıda bulması; Bediüzzaman’a yemek veren komşusunun bu âdetini bıraktıktan iki sene sonra bir gün oğluyla tekrar yemek göndermesi ve aynı gün iki sene önce kaybolan kitapların getirilmesi gibi hâdiselere yer verilmiştir.……………….……………….269

138: Şerlere hikmet ve rahmet gözüyle bakmak: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, etrafında maddî ve mânevî olmak üzere üç tarz kış göründüğünü ve bunların içinde çırpınan bîçarelere çok acıdığını ve üzüldüğünü belirtir. Bu sıkıntılı haldeyken Allah’ın hikmet ve rahmetinin yetiştiğini, bu manzaraya Allah’ın merhamet, hikmet, adalet ve rububiyeti [Allah’ın bütün varlık âlemini egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi] noktasında bakması gerektiğinin mânen ihtar edildiğini belirtir.

Ayrıca Üstad, “Acaba şu zaman ve dehrin şikâyetinde—hattâ büyük zatlar ve evliyalar dahi felekten ve zamandan şikâyet ediyorlar—Sâni-i Zülcelâlin san’at-ı bediine itiraz çıkmaz mı?” sorusuna açıklık getirir.

Üstad Bediüzzaman son olarak, felâket ve belâ gibi hâdiselerdeki yüzlerce hayırların, zararlı bir tek neticelerinden dolayı terk edilemeyeceğini ifade eder.……………….……………….271

139: Kelimeler yanında, fiillerde de tevafuklar var: Emin ve Feyzi Efendilerin yazdığı fıkradır. [bölüm] Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un ciddî hakikatlerinden olan tevafuklardan iki gün içinde gerçekleşenleri anlatırlar.

352

Mektupların kelimelerinde olduğu gibi, fiillerde de kasıtlı ve inayetkârâne [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] tevafuklar gördüklerini misallerle belirtirler.……………….……………….273

140: “Elmas kalemli kardeşlerim matbaaya ihtiyaç bırakmıyor”: Üstad Bediüzzaman bu mektupta, talebelerin risalelerin çoğaltılmasıyla ilgili reyini [fikir, düşünce] sormaları üzerine cevaplarını yazar. Matbaacıların risaleleri basmaması üzerine Üstad, onların nazını çekmeye lüzum olmadığını ifade eder ve elle yazmaya devam etmelerini ister. Yeni çoğaltılmış risalelere koyulacak adları belirler.

Eğer basılmışsa Arapça Virdü’l-Ekber-i [devamlı yapılan zikir] Nuriye’nin Arapça bilmeyenlere bir kolaylık sağlaması için, sayfa kenarlarına izahının yapıldığı risalelerin adlarının yazılmasını ister.……………….……………….274

141: Geçim sıkıntısı, tesanüdünüzü [dayanışma] bozmasın: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda kışın şiddetlenmesinden, kıtlık ve geçim sıkıntısının artmasından dolayı, çoğunluğu fakir olan Risale-i Nur talebelerinin arasındaki tesanüdün [dayanışma] bozulmasından endişe ettiğini belirtir.

Bediüzzaman, talebelerinden birbirlerini herhangi bir şeyi bahane ederek tenkit etmemelerini; menfaat-i maddiyenin [maddi fayda, çıkar] insanları rekabete sevk ettiğini, Risale-i Nur talebelerinin buna dikkat etmeleri gerektiğini ifade eder. Üstad Bediüzzaman her insanın bir olmadığını, rahatını isteyenlere itiraz edilmemesi gerektiğini, zor durumdaki talebelere zekât verilebileceğini belirtir.

Üstad son olarak, “Kahraman Tâhir’lerin ve mübareklerin” çalışmalarıyla herkesi çok sevindirdiklerini, Hulûsi Yahyagil’in Konya’ya gitmesinin hizmet-i Nuriye [Risale-i Nur Hizmeti] noktasında kendisini memnun ettiğini, oranın böyle bir kişiye ihtiyacı olduğunu belirtir.……………….……………….275

142: Fil Sûresinin asrımıza bakan yönü: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Asr Sûresinde zamanımıza temas eden küçük bir işaretin Fil Sûresinde de görünerek tevafuk ettiğini belirtir. Fil Sûresinin her asra baktığı gibi bu asra da baktığını; cifir ve ebced hesabıyla bu asrın en önemli hâdiselerini haber verdiğini ifade eder.

Mektubun devamında Üstad sûredeki âyetlerden üç cümlenin hangi hâdiseleri haber verdiğini anlatır. Buna göre, “Onlara taşlar attılar” olan birinci cümlesi 1359 tarihiyle, “Dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına” tevafukla işaret eder.

“Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?” olan ikinci cümlesi, 1360 tarihiyle “Mağrur ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] tadlil [başkalarını dalâlete nispet etmek, sapıklığına hükmetmek] ve idlâllerine [hak yoldan çıkarma, saptırma] semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına” işaret eder.

“Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?” mânâsındaki üçüncü cümlenin de, 1359 tarihiyle mânây-ı işârî açısından şuna işaret ettiğini söyler:

 “Dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyayı ‘İslâmiyete ihanet cezası olarak…’ âfât-ı semavî nev’inde semavî tokatla tokatlanmasıdır.”……………….……………….277

143: Hizbü’l-Ekber-i Nurî’nin yazılması ve yaşanan bir tevafuk: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Hizbü’l-Ekber-i Nurî’nin hatâsız yazılmasından duyduğu memnuniyeti ifade eder. Eserin geldiği aynı gün, İnebolu’dan beklenmedik bir şekilde bir has talebenin çıkageldiğini; sanki eserin o has talebeye gönderilmiş gibi, tevafuk ettiğini belirtir.……………….……………….280

144: Medreseden çıkan Risale-i Nur’u, medrese hocalarının tanımaması: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda mesleğinin tefekkür olduğunu, “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır” hadis-i şerifinin sırrını aradığını ve bunun sonucu olarak her bir-iki senede bu sırrın ya Arapça, ya da Türkçe bir risaleyi netice verdiğini belirtir. Bu risalelerin başta Katre [damla] Risalesi, ardından Âyetü’l-Kübrâ [en büyü delil; Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yedinci Şuâ] ve sonra Hizbü’l-Ekber-i Nuriye olduğunu yazar. Ve ne zaman kalbine ve fikrine usanç gelse, bu hizbi mütefekkirâne [gerçek nimet verici olan Allah’ı düşünürek] okuduğunda usancının yok olduğunu ifade eder. Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur’a uzak duran hocalara bir hakikati aktarmak [kuturlar, çaplar; her taraf] istediğini söyler. Eskiden beri, hocaların velâyetin [velilik] semerelerini [meyve] almak için tekkelere [tarikat ehlinin zikir ve ders için toplandıkları yer] yöneldiğini, halbuki medresede hakikate giden daha kısa, halis, yüksek ve tatlı bir yolun olduğunu belirtir. Üstad Bediüzzaman, bu hakikati Risale-i Nur’un gösterdiğini, ancak hocaların kendi medreselerinden çıkmış bu ab-ı hayatı [hayat suyu] tanımadıklarını ifade eder. Fakat, hocaların ve muallimlerin Sözler vasıtasıyla yavaş yavaş Risale-i Nur’a yaklaşmaya başladıklarını da belirtir.……………….……………….281

145: İman hakikatlerini hiçbir şeye feda etmeyen Ispartalı talebeler: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda dinsizlerin, “Dindar insanları ve ilim sahiplerini harekete geçiren, onların dünyalık maksatları ve ihtiyaçlarıdır” tarzında asılsız iddialarının olduğunu söyler. Onların bu asılsız iddialarını çürütmek için fiilî cevap vermek gerektiğini ve Isparta ve havaisinin bu vazifeyi en iyi şekilde yerine getirdiğini belirtir.

353

Bu kişilerin Isparta Vilâyeti ve havalisinde olduğunu açıklar. Bu sırada, Emin Efendinin beklenmedik bir şekilde Isparta havalisinden iki sandıkla geldiğini ve bu söylediklerini ispat ettiğini yazar…..283

146: Tam fedakâr talebe dünya ile alâkasını kesmeli: Üstad Bediüzzaman’ın Hüsrev Altınbaşak’a hitaben yazdığı mektubudur. Hüsrev Efendinin yakınlarından bir hanımın vefatından dolayı, onun mâtemine katıldığını belirtir. Onu her günkü mânevî kazançlarına dahil ettiğini ifade eder.

Üstad, hizmette tam fedailik için Hüsrev Efendi gibi bazı talebelerin dünyayla alâkalarının kesilmesi gerektiğini söyler. Aksi halde, bu alâkaların fedakarlık etmeye engel olabileceğini ifade eder……284

147: Risale-i Nur esmâ-i hüsnânın [Allah’ın en güzel isimleri] tecellî ettiği kâinatı delil gösteriyor: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Cevşenü’l-Kebîr, Risale-i Nur ve Hizb-i Nurîden bir kısım okuduğunu ve bunların kâinatı baştan başa nurlandırdığını, gafletleri dağıttığını ve ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] boğulduğu geniş kâinat perdelerinde envâr-ı tevhidi gösterdiğini belirtir.

Risale-i Nur’u okuyan kişinin kâinata baktığında, gördüğü her şeyle kendini Allah’ın huzurunda hissedebileceğini ifade eder. Risale-i Nur’un Esmâ-i Hüsnanın [Cenâb-ı Hakkın en güzel isimleri] tecellilerini kâinatın her yerinde çok net bir şekilde gösterdiğini, kâinatı unutmak yerine, âdeta onun genişliği kadar bir ubudiyet [Allah’a kulluk] dairesi oluşturduğunu anlatır…..285

148: Mecazî nefs-i emmâre [hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu] nedir?: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Hâfız Ali, Halil İbrahim ve Abdullah Efendilerden gelen mektupları aldığını belirtir. Üstad Bediüzzaman, Hâfız Ali’nin Hizb-i Kur’ânî [zikir ve dua için Kur’ân’dan alınmış bir kısım âyetler] ve Hizb-i Nurîdeki yanlışlarından dolayı üzülmemesini, onun bu hizmetinin çok parlak ve ona çok sevap kazandıran bir hizmet olduğunu ifade eder.

Halil İbrahim’in Risale-i Nur hakkındaki temsil ve tavsifinin [bir sıfatla niteleme] çok parlak olduğunu ve Lâhikalara gireceğini ifade eder.

Üstad son olarak, nefs-i emmârenin [hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu] bir benzeri olan, aklı ve kalbi dinlemeyen başka mecazî bir nefs-i emmârenin [hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu] varlığından bahseder. Büyük evliyalardan olan ve nefs-i emmâresinden [hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu] kurtulan birkaç zatın dahi bu mecazî nefs-i emmâreden [hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu] şikâyet ettiklerini anlatır. Ancak, Risale-i Nur’un ve özellikle İhlâs Risalelerinin bu “söz dinlemez hisse” merhem olduğunu belirtir…..286

149: Her şeyi tesanüde [dayanışma] feda etmek: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] talebelerin içinde bulundukları geçim sıkıntısından ve bahar mevsiminin meydana getirdiği gafletten yararlanarak aralarındaki tesanüdü [dayanışma] sarsmalarından endişe duyduğunu dile getirir. Ehl-i dalâletin, [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] talebelerin meşrep [hareket tarzı, metod] ve hissiyat farklılığından yararlanabileceklerini belirtirken, birbirlerinin kusurlarına aldırmamalarını ister. Dünyaya ve enâniyete ait herşeyi Risale-i Nur’un tesanüdüne [dayanışma] feda etmek gerektiğini nedenleriyle beraber anlatır……288

150: Geçim sıkıntısına daha fazla hizmetle mukabele [karşılama; karşılık verme] etmek: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda gaflet mevsimi olan bahara ve geçim sıkıntısına rağmen Risale-i Nur’un fütuhatının [fetihler, yayılmalar] devam ettiğini belirtir. İstanbul ve Ankara’da Risale-i Nur’un takdir gördüğünün haberini aldığını dile getirir. Fetva Emini Ali Rıza Efendi ve bazı yüksek rütbeli askerlerin Nurları eşsiz bulduklarını yazar.

Ancak bir takım kişilerin, talebeler arasındaki tesanüdü [dayanışma] bozmak için plânlı bir şekilde uğraştıklarını, bunun için çok dikkatli olunması gerektiğini ifade eder. Ancak şimdiye kadar her sıkıntıya bir çare bulmuş talebelerin bu durumu da daha fazla hizmet ederek atlatabileceklerini belirtir……289

151: Hüsrev’in yazdığı İ’cazlı Kur’ân:Üstad Bediüzzaman’ın, yazdığı Kur’ânlarla hem kendisine hem de okuyanlara sevap kazandıran Hüsrev Altınbaşak’a yazdığı mektubudur. Hüsrev Efendinin Isparta’dan ayrılması sebebiyle i’caz[mu’cize oluş] Kur’ân-ı Kerimi kendilerine göndermesinin isabetli olduğunu; mübarek üç aylarda cüzler dağıtılıp hâtimlerin okunacağını belirtir…..290

152: İhtilâfı, meşveret-i şer’iye ile halletmek: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda Hâfız Ali, Tâhirî, Hâfız Mustafa ve Küçük Ali ile Hüsrev ve Rüştü Efendiler arasında çıkan bir küçük anlaşmazlığı ruhen hissedip yeni bir saldırı var zannederek endişe ettiğini ve hizmetin on beş gün tehire uğradığını belirtir. Aralarındaki ihtilafı meşveret-i şer’iyeyle halletmelerini ister. Yoksa ehl-i dalâletin [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] bundan istifade edebileceklerini belirtir. Her birinin hizmette makbul birer talebe olduğunu, “baştaki iki göz gibi” olmaları gerektiğini ve sırtlarındaki defineyi ancak böyle bir tesanüdle [dayanışma] taşıyabileceklerini belirtir……291

354

153: Marangoz Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] manzumesi: [düzenli] Üstad Bediüzzaman bu mektubunda Sava Köyünden Marangoz Ahmed‘in [çokça medhedilen, övülen] yazdığı manzumenin [düzenli] kendilerini çok memnun ettiğini belirtir.

İkinci olarak, Şamlı Hâfız Tevfik‘in [başarı] hanımı merhume Zehra Hanımı, Risale-i Nur’a hizmetine yaptığı hizmetlerinden dolayı vefatından beri duasına dahil ettiğini ifade eder….292

154: Risale-i Nur hizmeti rahmete vesiledir: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Isparta’daki talebelerinin böyle bir zamanda Risale-i Nur’a hizmet ve kalemleriyle yardım ettiklerini gösteren mektuplarını aldığını ve onların bu hizmetlerinin Allah’ın bir inayeti [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] olduğunu belirtir. İ’câz-ı Kur’ân’ın (Yirmi Beşinci Söz) yazdırılması ve basılmasıyla ilgili fikirlerini yazar.

Refet [esirgeme, koruma, acıma] Beyin mektubundaki kedinin ezan-ı Muhammedîyi dinlemesini ve Refet [esirgeme, koruma, acıma] Beyin Otuzuncu Söz hakkındaki sözlerini çok parlak bulduğunu ifade eder. Refet [esirgeme, koruma, acıma] Beyin “Ene [benlik] ve Zerre namındaki Otuzuncu Sözü her mü’minin ezber etmesi zarurîdir” sözünün, kedi hâdisesiyle birlikte kendilerini çok sevindirdiğini yazar.

Sabri Arseven’den gelen mektupta, yağmursuz günlerde Münâcât [Allah’a yalvarış, dua] Risalesinin çokça yazdırılmasıyla yağmurun geldiğini yazdığını belirtir. Üstad, aynı şekilde kendilerinin de Risale-i Nur’u şefaatçi yaparak yağmur için dua ettiğini ve o günün gecesinde yağmur yağdığını belirtir…..293

155: Risale-i Nur neden siyasete âlet edilemez?: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, doğu tarafında yeni bir hâdisenin meydana geldiğini, orada hizmet eden Salâhaddin Çelebi’nin endişelenerek daha fazla ihtiyat [dikkat, tedbir] etmeye mecbur kaldığını dile getirir. Salâhaddin Çelebi’nin yanına uğradığı bir zamanda, ardından bir casusun odasına girdiğini belirtir. Üstad o casusa, Risale-i Nur’u siyasete âlet etmediklerini ve bunun sebeplerini anlattığını yazar.

Üstad o casusa, istirahatı için hükümete müracaat etmeyen, savaşları takip etmeyen ve kimseyle görüşmeyen bir insanı rahatsız etmenin ve ondan zarar beklemenin bir vehim olduğunu ve bunları kendisini gönderenlere de iletmesini söylediğini belirtir….295

156: Nur talebelerinin tesanüdünü [dayanışma] tebrik: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda Hüsrev, Hâfız Ali, Hâfız Mustafa ve Küçük Ali’nin aralarındaki tesanüdün [dayanışma] çok kuvvetli olduğunu gösteren mektuplarını almaktan memnun olduğunu, Risale-i Nur’un emin ellerde olduğunu gördüğünü ifade eder.

Her mektup sahibinin temayüz etmiş özelliklerini sayan Üstad, “altı rükün[esas, şart] dediği altı talebesinin zor şartlarda harika bir tesanüt [dayanışma] gerçekleştirdiklerini belirtir ve kendilerini tebrik eder.

Üstad Sandıklı’dan Hasan Âtıf’a, tarikata mensup kişilere karşı müsbet [isbat edilmiş, sabit] hareket etmesini tavsiye eder. Hasan Âtıf ve arkadaşlarını tebrik ettiklerini ve az hizmetlerine çok nazarıyla baktıklarını belirtir….297

157: Sebatkâr [sebat eden] talebelerin sadakat ve uhuvveti: [kardeşlik] Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Hâfız Ali ile Hüsrev Altınbaşak’ın aralarındaki tesanüdü, [dayanışma] “iki bakan ama tek gören iki göz” şeklinde tarif eder.

Umumî gaflet ve geçim sıkıntısı gibi olumsuz bir çok sebebe rağmen, Isparta ve havalisindeki Risale-i Nur şakirtlerinin [öğrenci] fevkalâde bir sadakat, sebat, [kalıcı olma, sabit kalma] uhuvvet, [kardeşlik] ihlâs ve kahramanlık gösterdiğini ifade eder. Bunun Allah’ın bir yardımı olduğunu belirtir.

Üstad mektubun sonunda, Risale-i Nur’u söndürmeden daha da parlattıklarını söylediği altı has rüknü [esas, şart] ve yirmi bir talebesini, Abdurrahman ve Abdülmecid yerinde kabul ettiğini ve onlara dua ettiğini yazar….299

158: Mehmet Zühtü Efendinin vefatı ve Hulûsi Efendinin birincilik makamını koruması: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, vefat eden Mehmed Zühtü Efendinin maddeten vefat ettiğini, ancak mânen hizmetin içinde, arkadaşlarının yanında olduğunu dile getirir. Mehmed Zühtü Efendinin çok kısa zamanda büyük vazifeleri bitirip öyle vefat ettiğini ifade eder. Üstad Bediüzzaman onun, dualarına talebe ünvanıyla hissedar olduğunu belirtir ve ailesine taziyede bulunur.

Ayrıca, Hulûsi Yahyagil’in birincilik makamını daima koruduğunu ve onu mânen hep yanında hissettiğini yazar. Mektubat’ın Hulûsi Efendinin sorularıyla oluştuğunu ve onun pek çok insanı Risale-i Nur dairesine çektiğini belirtir….300

159: Risale-i Nur’un kerametleri: [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, İhtiyar Risalelerini aldığını ve bir çok kerametlerinin [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] göründüğünü anlatır. Sekiz seneden beri bir defa gelen ih

355

tiyar müftü ve belediye reisinin risalenin ulaştığı anda gelmeleri; Risale-i Nur’un ümmî ihtiyarlarından iki kişinin ayrı ayrı yerlerden yoğurt göndermeleri gibi aynı gün yaşadıkları bir çok kerameti [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] nazara verir.

Risale-i Nur’un önemli altı talebesinden olan iki Ali, Tâhirî ve Hâfız Mustafa’nın hizmetleriyle çok fütuhatları [fetihler, yayılmalar] gerçekleştirdiklerini ve talebelerin yardımlarının bir inayet-i İlâhiye [Allah’ın inâyeti, ilgisi, yardımı] olduğunu ifade eder.

Üstad, Hacı Hâfız, iki kardeş Mustafa, Salih, diğer iki kardeş Ahmed, [çokça medhedilen, övülen] Süleyman, Babacan ve Zekâi gibi talebelerin ümmîliğine yardım etmelerinin, “Muhakkak ki sen inayet [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] gözüyle gözetilip korunmaktasın” müjdesini doğruladığını ifade eder….302

160: Sırr-ı ihlâsa [ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme değeri] dayanan Nur mesleği dünyaya bakmaz: Üstad Bediüzzaman’ın Hasan Âtıf’a ve rüfekasına [refikler, arkadaşlar] yazdığı mektubudur. Mesleğin ihlâs sırrına dayandığına, dünya hayatına mecbur olmadan karışmamak gerektiğine dikkat çeker.

Üstad talebelerinden Hasan Âtıf’ın mektubunda bir âlim ve vaiz kişinin kendi şahsını çürütmek bahanesiyle Risale-i Nur’a zarar verdiğini yazdığını belirtir. Bunun üzerine kendi kusurlarıyla Risale-i Nur’un değerinin düşmeyeceğini; o zat gibi kişileri nizaa sevketmemelerini ve enaniyetlerini tahrik etmemelerini yazar. Münakaşaya sebep olan meselelere girmeden müsalahakârane hareket etmelerini ister.

Üstad Bediüzzaman, Hasan Âtıf’ın “Efeler” diye bahsettiği cesur ve sebatkâr [sebat eden] yeni zatları kabul ettiğini, şahsî cesaretlerini kıymetleştirmeleri için bu cesaretlerini, kardeşlerinin tesanüdüne [dayanışma] çalışmakta kullanmaları gerektiğini belirtir.

Üstad son olarak, Risale-i Nur’un “erkânlar, [bir şeyin mahiyetini oluşturan temel esaslar, rükünler] [esas, şart] sahipler, haslar, nâşirler, [neşreden, yayan, yayınlayan] talebeler ve taraftarlar” diye birbirinden farklı dairelerden oluştuğunu yazar ve bu dairelerin sınırlarını çizer….303

161: Ehl-i bid’a [dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar] ile zihnen de meşgul olmamak: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda bir çok konu hakkında fikirlerini serd etmektedir. [getirmek, söylemek]

Üstad Risale-i Nur’la meşgul olanların mânevî havanın sıkıntısını hissetmediklerini belirtir.

Hüsrev Altınbaşak’ın büyük mânevî bir makamı sırf ihlası için terk etmesinden dolayı onu tebrik eden Üstad, onun bu güzel davranışını takdir eden Hâfız Ali Efendiyi de takdir eder.

Hasan Âtıf’ın mektubunda bir parça ehl-i bid’aya [dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar] karşı şiddet gördüğünü yazar. Fakat Risale-i Nur’un müsbet [isbat edilmiş, sabit] mesleğinin, ehl-i bid’a [dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar] ile fiilen olmadığı gibi zihnen de meşgul olmamayı gerektirdiğini belirtir. İhtiyatın her zaman gerektiğini ifade eder….306

162: Bu zamanda çocuk sahibi olmanın mesuliyeti ile inayet [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] mevzuları: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, gençlik darbesini yiyen bir hanıma anlattığı hakikatlerden bahseder. Bu zamanda çocuk sahibi olmada, kadının erkekten daha çok sıkıntı çektiğini belirtir. Dindar olmayan ve merhametsiz bir kocanın kadına hayatını zehir edebileceğini ifade eder. Ayrıca bu zamanın mimsiz medeniyetinin [“deniyet”, aşağılık] yetiştirdiği çocukların, anne babalarına hürmet etmeyerek onları üzdüklerini vurgular. Sadakatle hürmet edenlerinin çok az olduğunu, bu sebeplerden dolayı tenasül [üreme] kanununa girmemeyi tavsiye ettiğini yazar.

Üstad, birbirinden farklı, oldukça dikkat çekici beş tevafuku anlatır. Bu tevafuklarla, cüz’î [ferdî, küçük] ve ehemmiyetsiz işlerde de inayetkârâne [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] bir dikkat altında olunduğunun kesinleştiğini belirtir. Üstad bu tevafuklardan, Ahmet adlı dört talebeyi aynı anda kapısında bulması; teberrüken [bereket vesilesi olarak] verdiği yoğurdun hemen ardından verdiği miktar kadar bir başkasının göndermesi; bir fakir kadının kendisinden gömlek istemesi üzerine kendi gömleğini vermesi ve beş dakika sonra aynı isimde başka bir kadının gömlek getirerek kabul etmesi için ısrar etmesi gibi tevafukları sıralar….310

163: Nur talebeleri talebe-i ulûmdur: [ilim talebeleri] Üstad Bediüzzaman bu mektubunda talebelerine, çok değerli hizmetlerinden ve ciddî gayretlerinden dolayı dua eder.

İlim tahsil eden talebelerin vefat ettiklerinde, onlar için berzah [dünya ile âhiret arasındaki âlem, kabir âlemi] âlemine uygun bir medresenin kurulduğunu belirtir. Risale-i Nur talebeleri bu zamanın en hâlis talebe-i ulûmu [ilim talebeleri] olması cihetiyle, kabirde de bu şekilde mânevî vazifelerinin devam ettiğini dile getirir.

Mektubun sonunda, Karadağ’da bulunan ormanda giderken bir ata bindiğini ve o sırada dizgin kayışının koparak atın kendisini sırtından attığını anlatır. Çok ciddî derecede kol ve ayağının incindiğini, emanet atın da ormanın içine daldığını belirtir. Sonra bir kadının yardımıyla su kenarında buldukları atı yakalayarak eve döndüğünü ifade eder. Eve girdikten hemen sonra şiddetli bir yağmurun başladığını; fakat bu yağmur gibi çok musibetlerden Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] kendisini koruduğunu belirtir….314

356

164: Üstad attan düşmesinin hayırlı neticelerini anlatıyor: Üstad Bediüzzaman talebelerine yazdığı bu mektupta, at üzerinden düşmesiyle kolunu ve ayağını incittiği için rahat hareket edemediğini, bu meseleyi mübarek günler ve geceler içindeyken kendisine dua etmeleri için anlattığını, merak etmemelerini, bu musibetin bir çok faydasının olduğunu yazar. O faydalarından bir tanesinin, evde oturarak risalelerin tashihiyle meşgul olmak olduğunu, hattâ bu hastalığın vazife-i Nuriye [Risale-i Nur vazifesi] için verildiğini anlatır…316

165: Musibetin ondan bire inmesi ve bazı Nur talebelerinin sorularına verilen cevaplar: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda Sabri, Hüsrev, Hâfız Ali, Tahirî, Hasan Âtıf, Mehmed Celâl Efendilere ve Halil İbrahim’in mânevî evladına, hastalığından dolayı ayrı ayrı mektup yazamadığını; bu yüzden kısa cümlelerle her birine, kendileriyle ilgili konulardaki fikirlerini aktarır. [kuturlar, çaplar; her taraf]

Ayrıca mektupta, Sabri Efendinin zekâtla ilgili sorusuna cevap verir. Hüsrev Altınbaşak’a yeni hâdiselerin Risale-i Nur’un Isparta’yı arzî ve semavî afetlerden korumaya sebep olduğuna yeni bir delil olduğunu dile getirir. Hâfız Ali Efendiye, Nurların varlığını keramet [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] ve inayetleriyle [Allah’ın herşeyi düzen altına alarak saadet ve huzur veren sıfatı] haslara hissettirdiğini belirtir. Tâhirî Efendiye ailesindeki hasta hanım için dua ettiğini, anne babasına da dualarında olduklarını iletmesini yazar. Hasan Âtıf Efendiye mülhidlerden [dinsiz] dolayı üzülmemesini, Risale-i Nur’un vazifesini yapacağını, kabul ettirmenin Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] vazifesi olduğunu ifade eder.

Son olarak Üstad kendisini altı gece uyutmayan hastalığının altı faydasını sıralar. Bu musibetin, rahmet-i İlâhiyeyle, [Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti] ondan bire indiğini, dokuzunun nimet olduğunu yazar….317

166: Bir musibetin Sekîne‘deki [içerisinde on dokuz harfli on dokuz âyet bulunan çok mühim, sükûnet ve emniyet veren bir dua] dersi açıklamaya vesile olması: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, hastalığının dokuz faydasından altısını daha önce yazdığından dolayı, geriye kalan üç faydasından ikisini anlatır.

Üstad Bediüzzaman bu hastalığın ruhunda inkılâp [büyük çaplı yenilikler, değişimler yapma] yapmasıyla nefsinin, Risale-i Nur’un parlak fetihlerinden hasıl olan dünyevî ve uhrevî lezzeti ve imtiyazı kardeşlerine bırakmaya ve onların şeref ve zevkleriyle yetinmeye ikna olduğunu ve ölümü rahatlıkla karşılamayı kabul ettiğini belirtir.

Üstad hastalığın diğer yararının da, “şükrün en büyük mertebesi olan, şükrü ve hamdi azamî tarzda ifade eden, çok geniş bir tahmidnâme [Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunma] ve teşekkürnâme[teşekkür belgesi] olduğunu söylediği ve kendisinin de virdi [devamlı yapılan zikir] olduğunu belirttiği Sekine’deki altı esmânın muazzam yeni bir dersini açıklamaya vesile olduğunu belirtir….321

167: Adapazarı depreminin mânevî sebebi ve Nurların musibetlere kalkan olması: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda talebelerden birinin, Adapazarı’nda bir tiyatronun dört kızı çıplak bir şekilde çarşı pazarda gezdirmesinin hemen ardından depremin meydana geldiğini söylediğini belirtir. Üstad Risale-i Nur’un birçok hâdisede görüldüğü gibi Isparta’daki depreme de kalkan olduğunu, ancak Risale-i Nur’un Adapazarı’na girmediği için onların bu tesettürü ihlal eden halleri karşısında yardımlarına koşmadığını belirtir….322

168: Risale-i Nur’un dünyaya âlet edilmesi ihlâsı kırar: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, Risale-i Nur’un dünya işlerine ne âlet ne de siper edilmemesi gerektiğini belirtir. Risale-i Nur’a ilişenlerin tokat yediğini birçok hâdiseyle gördüklerini, ancak Risale-i Nur’un tokatlar için kullanılamayacağını; Risale-i Nur’a ve talebelerine ilişenlerin Allah’a havale edilmesi gerektiğini belirtir. Risale-i Nur’un harika nimetlere mazhar [erişme, nail olma] olduğunu da belirten Üstad, faydalar hedeflenerek Risale-i Nur’dan istenilemeyeceğini söyler. Aksi halde, ihlâsın kırılacağını ve bunun ibadeti iptal edeceğini ifade eder.

Bediüzzaman Risale-i Nur’un kazandırdığı iki önemli neticenin hiçbir şeye ve hiçbir makama ihtiyaç bırakmadığını; bunların, sadakatle ve kanaatle dairesine girenlerin imanla kabre girmeleri ve Risale-i Nur’un şirket-i mâneviyesinden [mânevî şirket, ortaklık] istifade etmeleri olduğunu dile getirir….323

169: Beşer zulmeder, kader-i İlâhî [Allah’ın belirlediği kader programı] adalet eder: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, görünüşte zulüm gibi görünen üç ayrı olayın, kader açısından adalet olan cihetlerini nakleder. Bu üç olayın konuları kısaca şöyledir: Bazı annelerin çocuklarının malından mahrum edilmeleri; bazı erkeklerin babalarının malından üçte iki hakları varken alamamaları ve bazı dindar kişilerin hanımlarından dolayı fazlasıyla sıkıntı çekmeleri….325

170: Bir kapı kapansa, daha mühim kapılar açılır: Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, ehl-i ilim [ilim ehli olanlar, âlimler] ve ehl-i tarikattan [tarikata mensup olanlar] önemli birkaç kişinin Hasan Âtıf Egemen’e karşı sözlü mücadeleye

357
358

girmesinin ve Hasan Âtıf Efendinin rejimin aleyhinde suçlanmasıyla tutuklanmasının haksız olduğunu, bundan dolayı onun üzülmemesini ister. Bu olayın Risale-i Nur lehine döneceğini belirtir.

Üstad Bediüzzaman, Hasan Âtıf Efendinin hapsedildiği ve merhum Mehmed Zühtü Bedevî’nin hizmetinin perdelendiğini yazar ve hizmet açısından endişelendiği bir zamanda “Bir kapı kapansa, daha mühim kapılar açılır” kaidesinin hükmünü tekrar icra ettiğini belirtir – Sayfa No: 326

171: Üç kerametli [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] risale: Mu’cizat-ı Ahmediye, [Peygamberimizin (a s m ) mu’cizelerine dair yazılan On Dokuzuncu Mektup] Yirmi Dokuzuncu Söz [Risale-i Nur içinde bulunan Sözler adlı eserde yer almaktadır] ve İşârâtü’l-İ’câz: [Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair yazılan Risale-i Nur’dan bir eser] Üstad Bediüzzaman bu mektubunda, yaşadığı iki büyük musibetin sükunet bulmasını Mu’cizat-ı Ahmediye, [Peygamberimizin (a s m ) mu’cizelerine dair yazılan On Dokuzuncu Mektup] Yirmi Dokuzuncu Söz [Risale-i Nur içinde bulunan Sözler adlı eserde yer almaktadır] ve İşârâtü’l-İ’câz‘ın [Kur’ân’ın mu’cizeliğine dair yazılan Risale-i Nur’dan bir eser] himayetkârâne [koruyarak] ve mu’cizâne yeni bir kerameti [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] olarak değerlendirir. Bu keramete [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] göre Üstad Bediüzzaman, Hasan Âtıf Egemen’in rejimin aleyhinde olması bahanesiyle tutuklandığını ve bununla kışkırtılan adliye ve zabıtanın Risale-i Nur’un aleyhine tavır alarak iki kez, arama yaptığını, fakat bir şey bulamadıklarını belirtir. Ayrıca Üstad, zehirlenmenin etkisiyle ateşinin kırkı geçmesi ve konuşamaması hâlinin tamamen kaybolmasını, bu üç kerametli [Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hal ve özellik] risaleye bağlar.

Üstad Bediüzzaman, bu hâdiselerin Isparta’ya sirayet [bulaşma] etmesi, evine gelen gidenlerin gözlenmesi gibi ve daha önce sıraladığı bütün sıkıntılı durumların Cenâb-ı Erhamürrâhimînin [merhametlilerin en merhametlisi olan şeref ve azamet sahibi yüce Allah] rahmetiyle yerini feraha ve istirahata bıraktığını belirtir – Sayfa No: 328