MEKTUBAT – Yedinci Mektup (53-55)

53

Yedinci Mektup

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَۤائِمًا * 3

AZİZ kardeşlerim,

Bana söylemek üzere Şamlı Hafız’a iki şey demişsiniz:

Birincisi: “Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın Zeynep’i tezevvücünü, [evlilik, evlenmek] eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalâleti [doğru ve hak yoldan sapan kimseler] dahi medar-ı tenkit [tenkide sebep] buluyorlar; nefsanî, şehevânî [şehvetle ilgili, şehvetle alâkalı] telâkki [anlama, kabul etme] ediyorlar” diyorsunuz.

Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya [yüksek namus sahibi; yüce, yüksek etek] şöyle pest [alçak, aşağı] şübehâtın [şüpheler, tereddütler] eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin [duyguların kuvvetli olması hâli, ateşlilik] galeyanı hengâmında [ân, zaman] ve hevesât-ı nefsaniyenin [nefsin hevesleri, arzu ve istekleri] iltihabı [alevlenme, tutuşma] zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet [tam ve eksiksiz bir iffet ve namusluluk] ve tamam-ı ismetle [hata ve günahlardan tamamıyla uzak] Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa [yetinme] ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye [duyguların kuvvetli olması hâli, ateşlilik] tevakkufu [durağan olma] hengâmında [ân, zaman] ve hevesât-ı nefsâniyenin [nefsin gelip geçici arzu ve istekleri] sükûneti zamanında kesret-i izdivaç [çok evlilik] ve tezevvücâtı, [evlilik, evlenmek] bizzarure [ister istemez, zorunlu olarak] ve bilbedâhe, [açık bir şekilde] nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir. [delil]

O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin [Allah’ın elçisi olan zât, Hz. Muhammed (a.s.m.)] akvâli [sözler] gibi, ef’al [fiiller, davranışlar] ve ahvâli [haller] ve

54

etvar [tavırlar, davranışlar] ve harekâtı dahi menâbi-i din ve şeriattır [şeriat ve dinin kaynakları] ve ahkâmın [hükümler] me’hazlarıdır. [kaynak] Şıkk-ı zâhirîsine [görünürdeki taraf] Sahabeler hamele [taşıyan] oldukları gibi, hususî dairesindeki mahfî [gizli] ahvâlâtından [haller] tezahür eden esrar-ı din [dinin sırları] ve ahkâm-ı şeriatın [şeriatın hükümleri, esasları] hameleleri [taşıyan] ve râvileri [hadîs rivâyet eden, bir hadîsi nakleden] de ezvâc-ı tâhirattır [temiz eşler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) iffetli, mübarek hanımları] ve bilfiil o vazifeyi ifa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin [dinin hükümleri, esasları] hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrepçe [hareket tarzı, metod] muhtelif ezvâc-ı tâhirat [temiz eşler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) iffetli, mübarek hanımları] lâzımdır.

Gelelim Hazret-i Zeynep’in tezevvücüne: [evlilik, evlenmek] Yirmi Beşinci Sözün Birinci Şulesinin [gür ışık/alev] Üçüncü Şuaının misallerinden olan مَاكَانَ مُحَمَّدٌ اَبَۤا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّنَ 1 âyetine dair şöyle yazılmış ki, insanların tabakatına göre birtek âyet, müteaddit [bir çok] vücuhlarla, [vecihler, yönler] herbir tabakanın fehmine göre bir mânâ ifade ediyor. Bir tabakanın şu âyetten hisse-i fehmi [anlayış hissesi] şudur ki:

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı veya “Oğlum” hitabına mazhar [erişme, nail olma] olan Zeyd (r.a.), rivayet-i sahiha [Peygamberimizden doğru olarak nakledilmiş hadis] ile itirafına binaen, izzetli [büyüklük, yücelik] zevcesini kendine mânen küfüv [denk] bulmadığı için tatlik etmiş. Yani, Hazret-i Zeynep, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle [anlayışlılık, çabuk seziş] hissetmiş. Ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv [denk] bulmadığından, mânevî imtizaçsızlığa [birbiriyle karışıp kaynaşma] sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah’ın emriyle Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm almış. Yani, زَوَّجْنَاكَهَا 2 nın işaretiyle, o nikâh [evlenmek] bir akd-i semâvî [İlâhî akit; Hz. Zeyneb’i, Peygamberimize (a.s.m.) Cenâb-ı Hakkın [Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah] nikâhlaması] [evlenmek] olduğuna delâletiyle, harikulâde ve örf ve muâmelât-ı zâhiriye [görünürdeki uygulamalar] fevkinde, [üstünde] sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem

55

aleyhissalâtü vesselâm o hükm-ü kadere [kaderin hükmü] inkıyad [boyun eğme] göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.

Şu kader hükmünün de ehemmiyetli bir hükm-ü şer’î [şeriatın hükmü, kanunu] ve mühim bir hikmet-i âmmeyi [genel gaye ve fayda; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması] ve şümul[kapsam] bir maslahat-ı umumiyeyi [genel fayda ve yarar] tazammun [içerme, içine alma] eden لِكَىْ لاَ يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِى اَزْوَاجِ اَدْعِيَۤائِهِمْ 1 âyet-i kerimesinin işaretiyle, büyüklerin küçüklere “oğlum” demeleri, zıhar [bir kişinin, kendi hanımını, annesi gibi evlenmesi kendisine haram olan birine benzetmesi] meseleleri gibi, yani karısına “Anam gibisin” dese haram olduğu gibi değildir ki, ahkâm [hükümler] onunla değişsin. Hem büyüklerin raiyetlerine [halk] ve peygamberlerin ümmetlerine pederâne [babaya yakışır şekilde] nazar ve hitapları, vazife-i risalet [peygamberlik görevi] itibarıyladır; şahsiyet-i insaniye [insan şahsiyeti, insan olma özelliği] itibarıyla değildir ki, onlardan zevce almak uygun düşmesin.

İkinci bir tabakanın hisse-i fehmi [anlayış hissesi] şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine [halk] pederâne [babaya yakışır şekilde] bir şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhirî ve bâtınî bir padişah-ı ruhanî [ruhanî padişah] olsa, merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiği için, raiyetinin [halk] efradı, [bireyler] onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı ise, zevc nazarına inkılâp [büyük çaplı yenilikler, değişimler yapma] edemediğinden ve kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden; efkâr-ı âmmede, [genel düşünce, kamuoyu] Peygamberin, mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediği için, Kur’ân o vehmi def maksadıyla der:

“Peygamber, rahmet-i İlâhiye [Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz rahmeti] hesabıyla size şefkat eder, pederâne [babaya yakışır şekilde] muamele eder. Ve risalet [elçilik, peygamberlik] namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye [insan şahsiyeti, insan olma özelliği] itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin. Ve sizlere ‘Oğlum’ dese, ahkâm-ı şeriat [şeriatın hükümleri, esasları] itibarıyla siz onun evlâdı olamazsınız.”

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى 2

Said Nursî