MEKTUBAT – Yirmi Birinci Mektup (369-372)

369

Yirmi Birinci Mektup

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1* وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ * 2

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَۤا اَوْكِلاَ هُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَۤا اُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا * وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِى صَغِيرًا * رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا فِى نُفُوسِكُمْ اِنْ تَكُونُوا صَالِحِينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّابِينَ غَفُورًا * 3

EY HANESİNDE ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande [iş yapamaz durumda olan] veya âciz, alîl [hasta] bir şahıs bulunan gafil! Şu âyet-i kerimeye dikkat et, bak: Nasıl ki bir âyette, beş tabaka ayrı ayrı surette ihtiyar valideyne [anne ve baba] şefkati celb [çekme] ediyor!

Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli [yüce] hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukàbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle [tam bir lezzet alarak] evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut [alçalış, düşüş] etmemiş ve canavara inkılâp [büyük çaplı yenilikler, değişimler yapma] etmemiş herbir veled, [çocuk] o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. (Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)4

370

İşte, o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır, bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına feda edenin zevâl-i hayatını [hayatın bitmesi, ölüm] arzu etmek ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!

Ey derd-i maişetle [geçim derdi] müptelâ [bağımlı] olan insan! Bil ki, senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dâfiası, [def eden, uzaklaştıran] hanendeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme, “Maişetim [geçim] dardır, idare edemiyorum.” Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin dıyk-ı maişetin [geçim darlığı] daha ziyade olacaktı. Bu hakikati benden inan. Bunun çok kat’î delillerini biliyorum; seni de inandırabilirim. Fakat uzun gitmemek için kısa kesiyorum; şu sözüme kanaat et. Kasem [yemin] ederim, şu hakikat gayet kat’îdir. Hattâ nefis ve şeytanım dahi buna karşı teslim olmuşlar. Nefsimin inadını kıran ve şeytanımı susturan bir hakikat, sana kanaat vermeli.

Evet, kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahmân, Rahîm ve Lâtif [berrak, şirin, hoş] ve Kerîm [cömert, ikram sahibi] olan Hâlık-ı Zülcelâli ve’l-İkram, [haşmeti sonsuz, lütuf ve ikramları sınırsız yaratıcı, Allah] çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet lâtif [berrak, şirin, hoş] bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi, çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. Onların iaşelerini, tamahkâr ve bahîl [cimri] insanlara yükletmez.

اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَتِينُ 1 * وَكَاَيِّنْ مِنْ دَۤابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ * 2

âyetlerinin ifade ettikleri hakikati, bütün zîhayatın [canlı] envâ-ı mahlûkları [varlık türleri] lisan-ı hal [beden dili] ile bağırıp o hakikat-i kerîmâneyi [ikram sahibi olana yakışırcasına olan gerçek ve doğru] söylüyorlar.

Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlûkların [varlıklar] rızıkları dahi

371

bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek—o köyün ekmeği küçüktü—muayyen bir tayınım [erzak, yiyecek] vardı ki, çok defa bana kâfi [yeterli] gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım [erzak, yiyecek] hem bana, hem onlara kâfi [yeterli] geldi. Çok kere de fazla kalırdı.

İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr [yük] değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.

Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar [kaynak, dayanak] oluyor. Öyle ise, mahlûkatın en mükerremi [ikram edilen, ikrama mazhar olan] olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; [Allah’a inanan] ve ehl-i imanın [Allah’a inanan] en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze, [güçsüzler, yaşlılar] alîl [hasta] ihtiyareler; [yaşlı kadın] ve alîl [hasta] ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib [Allah’ı seven] olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket [bereket sebebi] ve vasıta-i rahmet [rahmet aracı] ve لَوْلاَ الشُّيُوخُ الرُّكَّعُ لَصُبَّ عَلَيْكُمُ الْبَلاَءُ صَبًّ 1 sırrıyla—yani, “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti”—ne derece sebeb-i def-i musibet [belâyı uzaklaştırma sebebi] olduklarını sen kıyas eyle.

İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. اَلْجَزَۤاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ 2 sırrıyla, sen valideynine [anne ve baba] hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, [ağır bulmak, sıkılmak] ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriütteessür [çabuk ve kolay etkilenen] kalblerini rencide etmekle, خَسِرَ الدُّنْيَا وَاْلآخِرَةَ 3 sırrına mazhar [erişme, nail olma] olursun.

372

Eğer rahmet-i Rahmân [rahmeti sınırsız olan Allah’ın şefkat ve merhameti] istersen, o Rahmân’ın vedîalarına [emanet, ödünç] ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.

Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli [başarı] görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakiyetin [başarı] sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş, inşaallah [Allah dilerse] âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen, ona benzemeli.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ : ﴿ اَلْجَنَّةُ تَحْتَ اَقْدَامِ اْلاُمَّهَاتِ ﴾ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ * 1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ * 2